Geçmişden Günümüze Gelen Efsaneler, Destanlar, Söylenceler, Mitoloji, Hikayeler, Masallar , Türk folklorik motifler, şehirlerin efsaneleri,öyküleri

Bir veda Zamanı

| Pazar, Kasım 9
Bir süre önce insana dair efsaneler dedik ve yola çıktık Anadoludan ve Türk dünyasından efsaneler destanlar hikayeler masallar paylaştık

Bu konuya ilgi gösterenlere teşekkürler

sizlerle bir çok efsane paylaşmak isterdik ama artık buraya kadar demenin zamanının geldiğini düşünüyorum.

Daha profesyonelce çalışmalara geçmek ve İş hayatımda ki gelişmelere paralel olarak İşimle ilgili çalışmalarda bulunacağımdan bu kararı almayı düşündüm.

Varolan efsanelerden memnun kalmanız dileğiyle

Türk folklorunu seviyorsanız size şu siteleri tavsiye ederim bizim blogumuzunda başlıca kaynakları orası olmuştur.

Kültür Bakanlığı
http://www.kultur.gov.tr/

Çukurova üniversitesi türkoloji araştırmaları
http://turkoloji.cu.edu.tr/

ve
Valilik siteleri



Son söz :

Bloga katkılarını esirgemeyen Canan Hanımefendiye Teşekkürü borç bilirim Teşekkürler Teşekkürler
Canan Hanım'ın kişisel blogunu takip etmek isterseniz adresi
:
http://worldofcomment.blogspot.com/

Tatar Halk Edebiyatında Toponotnik Rivayetlere örnekler

| Cuma, Kasım 7
insanoğlu yaşadığı yerleri isimlendirirken isme konu olan mekanın hikayesinden yola çıkar aşağıda Tatarların bazı yerlere isim verirken o yerlerde yaşanmış hikayelerinden yola çıktıklarını görüyoruz. Günümüz Türkiyesi'nde isim değiştirme modası var 100 lerce yıllık halkın belleklerine kazanmış isimler değiştirilmekte ve bir gün geliyor çocukluğunuzun geçtiği kasabanızın mahallenizin ve koca şehrin heryerinin ismi değişmiş ve tanıyamaz olmuşsunuz oysa eski haliyle ve haliyle kalmış olarak keşke geleceğe taşınmış olsalardı.

Siz değerli okuyucular ve suskunlar kendi kasabanızla ilgili anlatılanları burada bizimle paylaşabilirsiniz tek yapmanız gereken yorum bölümüne bırakmanız

MELİKE UÇURUMU

Bizim köyün kıyısında Melike Uçurumu var. Melike isimli bir kadın birgün ormana oduna gitmiş. Bu kadının çocukları çok, kocası da ölmüşmüş.
Melike ormana varıp, kızağına odun yüklemiş. Geri dönerken yolda fırtına çıkmış. Fırtına çok güçlüymüş. Bu kadın yolunu kaybedip bir uçuruma yuvarlanmış. Uzun süre uçurumda kalmış, elleri ayaklan donmuş ve sonunda ölmüş. Bu yüzden o uçuruma Melike Uçurumu denir.

KAZAN YOLU

Müslim rayonundaki İski Karamal ile Ust köyleri arasında "Zavod ormanı denilen bir orman var. Çar zamanında Lıkov isminde bir toprak sahibi (Simbirli olsa gerek) Simbir'den Ufa'ya kadar olan ormanın sahibi olmuş. Ust köyü yanındaki ormanda onun bir bakır işletmesi varmış. O sebepten bu ormana "Zavod ormanı derler. (Zavod ormanı Tuymazı yakınlarında da var. Onda da çuha fabrikası varmış.) Bu Usı köyü yakınlarında orman içinden birkaç kilometre boyunca ağaçlan kesip geniş bir yol açmışlar. Buna halk "Kazan yolu demiş.
"Kazan Yolu deyince bazıları bu düzlüğü Kazan şehrine ulaşan bir yol zannetmişler. Oysa tamamen başka bir şeymiş. Bu bakır madeninden çıkarılan bakır madenini eritip dökmek için otuz at ile sürüyerek büyük tunç bir kazan getirmişler. İşte bu kazanı getirmek için açılan yola "Kazan yolu denmiş.

BUTAY IRMAĞI

Evvelce Bereze'de Butay isimli fakir bir kişinin bir dönümlük yeri ve bir keçisi varmış. Vergisini ödeyemezmiş bu. Birgün vergi memuru gelmiş:
-Vergini veremiyorsan, keçini getir! demiş. Butay evine keçisini getirmeye gitmiş. Hatunu: "Keçiyi vermemi deyip, feryadı koparmış. İki ateş arasında kalan Butay, ırmak kıyısına gidip, kendini bir ağaca asıp intihar etmiş. Bundan sonra ırmak onun ismiyle anılmaya başlanmış.

GILMİYAN UÇURUMU


Gılmiyan çalışkan, akıllı bir adammış. Ailesi de varmış. Zenginler ona haksız yere eziyetler, işkenceler etmişler;
dünyada yaşayacak halini bırakmamışlar. Bir gün kalkmış, hanımına : "Şimdi geliyorum! deyip çıkıp gitmiş. Bir gün yok, iki gün yok. Aramaya başlamışlar. Köyden çok uzak olmayan bir uçurumda bulmuşlar elbiselerini. O günden sonra halk orayı "Gılmiyan Uçurumu olarak anmaya başlamış.

Toponotnik Rivayetler
Tatar Halk Edebiyatı

Karadağ

|
Çok eski zamanlarda bir dede ile bir nine varmış. Bunların bir de oğulları varmış. Yüzü güneşten yanıp karardığı için akranları "Karakay derlermiş bu oğlana. Çok akıllı, zeki ve güçlü bir yiğit olmuş zamanla. Yarışlarda birinciliği hiç birine vermiyormuş; annesinin de en büyük yardımcısıymış bu Karakay.

Bir gün bunların yaşadığı yeri eşkiyalar basmış. Bunların maksadı erkekleri öldürüp, kadınları kızları ve çocukları esir etmek; değerli mallarını almakmış. Eli silâh tutan herkes eşkıyaya karşı çıkmış. İki tarafın askerleri karşı karşıya durmuş. Bir taraf da savaşa başlamamış. Birbirilerinin güçlerini ölçmeye çalışıyorlarmış. Bu esnada eşkıyaların reisi öne çıkmış:

- Haydi, üç yiğidi ard arda çıkarıp güçlerini sınayalım. Kimin savaşçısı galip gelse o taraf galip gelmiş sayılsın, demiş. Eşkiyalar tarafından bir alp çıkmış meydana. Bunlar kimi çıkaracaklarını tartışırlarken Karakay: "Ben çıkacağım, demiş.
Eşkıyaların pehlivanının karşısına çıkmış. Eşkiyaların pehlivanı kahkahayla gülmüş. Karakay, bunun gelmesini beklemiş, sonra da haykırarak üstüne saldırmış. Hiç ihtiyatsız, korkusuz gelen eşkiyayı bir çelme ile düşürmüş, başını kesmiş. Herkes şaşırıp kalmış. Çok kolay yendi, gibi gelmiş onlara. Karakay'in en son anda yıldırım hızıyla kendini yana atıp, o anda rakibinin ayağını çeldiğini dikkate almamışlar. Bu sebepten bu galibiyet küçümsenmiş biraz.

Eşkiyalar ikinci pehlivanlarını çıkarmışlar meydana. Bu daha da cüsseli bir adammış. Karakay, buna karşı da : "Ben çıkacağım! demiş. Önceki pehlivanla kılıçla savaşmışlardı, bu defa süngüyle çıkmışlar. Birer defa fırlatmışlar süngülerini, vuramamışlar. İkinci defa da eşkiyaların pehlivanı fırlatmış süngüsünü, Karakay uçup gelen süngüyü havada yakalamış, göz açıp kapayıncaya kadar geri fırlatmış. Eşkiyaların pehlivanı kendi süngüsüyle yere düşmüş. Eşkiyaların reisi ne yapacağını şaşırmış. Üçüncü yiğitlerini çıkarmaya hazırlanmışlar. Bu arada Karakay da kendi köyünün pınarından su içip, anasının pişirdiği ekmeklerden yemiş. Yeniden güç toplamış. Sonra da üçüncü yiğide karşı meydana çıkmış. Bunu da yenmiş. Eşkiyalar bu durumu görüp geri gitmişler. Karakay ise Kara Batır olmuş. Herkes onu bir kahraman olarak tanıyıp ihtiram etmiş. Bundan sonra da pek çok savaşlara katılmış; her seferinde de köyünün suyuyla, anasının ekmeğiyle güç kazanmış. Yenilmez bir kahraman olarak ölmüş. Onu Yurüzen* ve Karaidil* arasına gömmüşler. Gömüldüğü yer büyük, uzun bir dağa dönüşmüş, düşmanların yurduna girmesine mani olmuş. Böylece mezarı dahi halkına hizmet etmiş. Dağın ismini de Kara Batır hürmetine Karadağ (Karatav) olarak anmaya başlamışlar.

Toponotnik Rivayetler
Tatar Halk Edebiyatı


Karadağ : Dağ ismi. Başkurdistan'ın Ebcelil, Bürcan, Ziançura, Kügerçin ve Salavat reyonlarında bu isimde dağlar vardır.

Yurüzen: Başkurdistan'da ırmak. Ufa ırmağının sol kolu.
Karaidil: Ufa ırmağı. Akidil'in sağ kolu.

Yügemeş Dağı

|
Sık ormanlar arasında yirmi otuz kilometre uzaklıktan bir dağ gürünür. Ona bizim taraflarda Yügemeş Dağı derler. Bu dağ aynı isimdeki köyün yanındadır. Bundan çok yıllar önce bu dağın tepesinde güzel, derin bir göl varmış. Bu gölde yazın da, güzün de bir yaban ördeği yaşamış, soğuklar başlayınca da sıcak ülkelere gitmemiş.

Günlerin birinde Yügemeş köyünün avcılarından biri bu dağa çıkıp ördeği vurmuş. Eve getirip temizlemişler, tencereye koymuşlar pişirmek için. Lâkin günler boyu kaynatsalar da ördek pişmemiş.

Günümüzde de bizim bu taraflarda, pişirmek için tencereye konan et veya başka yiyecekler pişmese Yügemeş ördeği oldu bu derler.

Dağ başındaki gölü şimdi araşan da bulamazsın. Onun yerinde fundalıkla kaplı büyükçe bir çukur var. Çünkü göldeki ördek vurulduktan sonra gölün suyu kendiliğinden çekilmiş. Herhalde bu ördek dağın sahibiydi, diye düşünüyor insanlar.

Toponotnik Rivayetler
Tatar Halk Edebiyatı

Turgay Nağmeleri Nasıl Ortaya Çıktı

|
Eski zamanlarda bizim halkımızın nağmeleri şimdiki gibi değilmiş, belki Azerî ve Türk halk nağmeleri gibi imiş.

Bu çok eskiden böyleymiş. Bulgar iline düşmanlar hücum etmiş. Onlar gelişmiş şehirleri ve köyleri harap etmişler; bütün çocukları, genç erkekleri, kadın kızları kırıp öldürmüşler.
"Bulgarların geleceği yok artık', diye halimize gülmüşler. "Bunların tohumlan üremez artık diye düşünmüşler sağ kalan ihtiyarlar hakkında da. Çünkü kendileri çok içki içip ileri yaşlarda işe yaramaz hâle gelirlermiş. Ama düşmanların kötü hayalleri gerçekleşmemiş. İşi seven, çalışkan, gürbüz, neredeyse hiç içki kullanmayan Bulgar halkı yeniden türeyip güçlenmiş. Ne var ki uzun yıllar halkın gönlü endişe ve gamda kalmış. Acılı günleri, ölüp giden gençlerin hatırasını korumak için, halk arasında şarkı türkü söyleme, eğlenme günah sayılmaya başlanmış. Yavaş yavaş eski nağmeler unutulmuş, müzik aletleri kaybolmuş.
Yıllar geçmiş. Bahar günlerinde kırlarda çift süren Bulgar yiğitleri turgay nağmelerini işitip, onlara katılıp türlü nağmeler çıkarmaya başlamışlar. Zamanla bu turgayların nağmesi halkımızın nağmesine dönmüş. Bu sebeple de halk türkülerinde turgaylar övülürler.

Yer Nasıl Yaratılmış - Göğün Yükseltilmesi

|
Yer Nasıl Yaratılmış?

İlk zamanlar dünya tamamen sudan ibaretmiş. İnsanlar yokmuş. Suda balıklar ve su kuşları yaşıyorlarmış. O zamanda bir ördek su dibine dalıp, gagasıyla bir parça balçık alıp çıkmış. Bu büyümüş ve dünya ortaya çıkmış.

Göğün Yükseltilmesi

Eski zamanlarda gök yüzü yere çok yakınmış. Hatta biraz uzanıp el ile dokunmak da mümkünmüş. O zamanlarda bir hatun çocuğunun arkasını samanla temizleyip kirlenen samanları da göğe sıkıştırıp koymuş.

Mavi gök, bu işe çok bozulmuş, öfkelenmiş ve yerden uzaklaşıp yukarıya yükselmeye başlamış. Göğün bu işi insanları çok korkutmuş ve : "Gitme gök, dur! diye yalvarmaya başlamışlar. Lâkin gök onları dinlemek istememiş, yerden uzaklaşmaya devam etmiş. Göğün böyle gidişine gören it ile kedi de çok üzülmüşler. Onlar da göğün yeri terketmemesini rica etmişler. Gök, it ile kedinin yalvarmasını işitip, onlara acımış ve ' yükselmesini durdurmuş. Ne var ki, yere eski yakınlığına da dönmemiş.

O günden sonra insanlar it ile kediyi sevip kendi evlerinde beslemeye başlamışlar.

Zühre Kız - Zühre Yıldızı Efsanesi

|
ZÜHRE KIZ

Bir ihtiyar adam ile bir nine varmış. Onların Zühre isminde çok güzel, becerikli, biricik kızları varmış. Nine bir gün ölmüş. Ölürken kızına: "Senin hayatında bir dileğin kabul olur. demiş. Nineyi gömmüşler. Bir zaman sonra ihtiyar adam başka bir kadınla evlenmiş. Bu kocakarı çok kötüymüş, kıza bir rahat gün göstermemiş. Kızın babası evdeyken bir söz bile söylemez, adam çıkıp gidince eziyete başlarmış. Bütün zor işleri kıza yaptırmış. Böyle bir gün, hiç bir iş olmayınca, koçkarı kıza elekle su taşımasını söylemiş. Aylı bir gece imiş. Gökyüzü acıkmış. Yıldızlar titreşip duruyorlarmış. Kız şu taşımaktan o kadar bizar olmuş ki, hiç dayanma ümidi kalmamış. Aya bakmış da: "Ey Allahım! Yerde böyle cefa çektireceğine beni aya çıkarsaydın! demiş. O anda aya çıkmış. Eziyetten, cefadan kurtulmuş. Babasına olan özlemini bastıramayıp halen de hep yere bakar dururmuş, dolunay vakitlerinde.

ZÜHRE YULDIZ EFSANESİ

Zamanında, Zühre isimli çok güzel, çok akıllı, çok çalışkan bir kız varmış. Bunun becerikliliğine, her işi bilmesine, insanlara karşı hep iyiliksever olmasına bütün herkes hayran olup anlatır dururlarmış. Lakin bu güzelliği ve becerikliliği ile asla övünüp kibirlenmezmiş. Bunun çok kötü bir üvey annesi varmış. Zühre'yi çok kıskanır, her zaman sudan sebeplerle buna çıkışır, azarlar, hep zor işlere koşarmış. Sabahtan akşama kadar çalışırmış Zühre, Mahsus, insanların yılanlar, vahşi hayvanlar çok dediği korkunç ormanlara kuru odun toplamaya yollarmış üvey annesi onu. Zühre hiç karşı çıkmadan, kendisine verilen işleri işler, başına da hiç bir şey gelmezmiş. Ne kadar öfkelense, ne kadar işletse de Zühre üvey anasına hiç bir kötülük yapmıyormuş. Gönlü her zaman iyilikte imiş. Elinden gelen işleri gece dememiş, gündüz dememiş işlemiş, üvey anasının gönlünü hoş etmeye çalışmış. Ne var kiş, Zühre'nin bu derece sabırlı oluşu, bu derece tahammülü üvey anasını daha da öfkelendir irmiş.
Yine bir gün sabahtan akşama kadar çalışıp iyice yorulan Zühre'den dipsiz kaba su doldurmasını istemiş üvey anası öfkeyle:
- Eğer tan alıncaya kadar doldurmazsan eve ayak basma, öldürürüm, demiş.
Zühre bir söz söylemeden sırıklarıyla kovalarını alıp suya gitmiş. Gün boyu çalışmaktan kolları tutulmuş, adımlarını zorla atmaktaymış. Omuzlan boş kovalarla da ağrımakta imiş. O gece güzel, aylı bir gece imiş. Ay gökten gümüş gibi parlak ışıklarını yere indirmekte, bütün yer yüzü huzur içinde sessizce uyumakta imiş.
Zühre dere kıyısında bir akan suya, bir gökteki aya, bir çevresine bakıp derin düşüncelere dalmış. Öz annesinin tatlı sözleri, sıcak kucağı gelmiş aklına. Kendi talihsizliğini düşünüp sıcak göz yaşlan yüzünden yere yuvarlanmışlar. Yalnız başına için için ağlamış da "Uffl deyip kalkmış, kovalarına su doldurmuş. Dolu kovalar onun omuzlarını daha da çok acıtıyorlarmış. Yine aya bakmış. Ay öylece aydınlık içindeymiş. Kendi talihsizliği canına tak etmiş, lakin bunun için kimseyi suçlamıyormuş. Gönlünde üvey anasına kötü bir düşünce yokmuş, onun için sadece iyilik diliyormuş. O sırada bir yıldız kayıp dünya adetâ daha da aydınlık olmuş. Ne olduysa Zühre'nin gönlü de rahatlamaya, açılmaya başlamış. Gönlü her zaman iyilikle dolu olduğu için Zühre'yi bir parlak yıldız her vakit gözetip dururmuş, işte o yıldız yere doğru kayıp, onu nurlanyla sarıp yükseltmeye başlamış. Zühre de yükselmekte olduğunu hissetmiş, kovaları gittikçe daha hafif gelmeye başlamış. Yüreğindeki ağır düğüm gitmiş, bir ferahlık, bir huzur hissetmiş. Gözlerini açıp baktığında kendini ayın ortasında görmüş.
Siz eğer dolunaya dikkatle bakarsanız, ay ortasında sırıklarına su kovalarını asmış Zühre kızın durduğunu görürsünüz. Ayın yanında bir de parlayıp duran yıldız vardır; bu da Zühre'yi göğe çıkaran yıldız. Ona Zühre yıldızı derler.

NOT
BAŞKURT EFSANESİ OLARAK BİR VARYANTINI DAHA ÖNCEDEN YAYINLAMIŞTIK BAKMAK İSTERSENİZ

Sak-Suk Efsanesi

| Perşembe, Kasım 6
Bir zamanlar bir kan koca varmış. Bunların bir oğulları ile bir kızları varmış*. Bunlar kardeşçe geçinmezler, incir çekirdeğini doldurmaz meseleler yüzünden kavga ederlermiş hep. Bu durum annelerini çok üzermiş. O onlara kardeşçe yaşamalarını nasihat etse de, çocukları onu dinlemezlermiş.

Bir gün kocası ormana ava gittiği bir sırada, hatun evde namaz kılıyormuş. Çocuklar o sırada bir demir ok bulup onun için tartışmaya başlamışlar. Annelerinin namazını bozdurmuşlar. Anneleri de kızıp: "Sak-suk olun! diye beddua etmiş onlara. O anda çocuklar kuşa dönmüşler. Namazdan sonra anneleri bu işe pişman olup ağlamaya başlamış. Çocukları onun yanına uçup gelip kendilerini affetmesini istemişler. Anneleri affetmiş, lâkin çocukları eski hallerine dönemeyip kuş olarak kalmışlar.
Onlar hâlen de ormanda yaşıyorlarmış, ama birlikte değillermiş. Aralarında büyük bir dağ olduğu için birbirlerini göremiyorlarmış, seslerini duyabiliyorlarmış ancak.
Geceleri onların seslerini duymak mümkünmüş. Biri: "Sak! diye bağırır, öteki: "Suk! diye cevap verirmiş. Bunlar insan gözüne gözükmezlermiş.

Bazı zamanlar onlar annelerinin bedduası hakkında, kendilerinin kuşa dönmeleri hakkında türküler de söylerlermiş*.

"Bunların bir oğullan ile bir kızları varmış : Beyitlerde genellikle iki oğlan diye geçmektedir,
kendilerinin kuşa dönmeleri hakkında türküler de söylerlermiş : Sak-suk beyitleri Tatar halk edebiyatının en popüler eserlerinden biridir.

Türk Dünyası Masalları Yarım HOroz Kardaş

|
Yarım Oroz Kardaş (makedonya masalları)

Ne varimiş, ne yogimiş. "Bir evde varimiş bir nene, bir oroz em bir küpek. Onlar çok fakir imişler. Günün birinde oroz nenesine demiş:
- Nene, ben gicleym kazanmağa.
Çikmiş kazanmağa. Git, git, ününe 'Vardar çikay em dey:
- Yarım oroz kardaş, nereye büle?
- Kazanmağa gîdeym.
- Gelem mi ben da?
- Gel, ama gezemesın, yorolnrsıın.
- A ben nasıl yorolurnm. Sen bir buçuk ayaklen, ben koca Vardar gün gece gezeym yorolmaym.
E gidey, gidey Vardar orozle bir yere kadar em dey oroza:
- A yarım oroz kardaş, ben yoroldum.
- Demedim mi sana ki yorulacaksın. Ya şimdi ne yapaciz. Ay şimdi gir içime?
Vardar giri orozun içine. Sonra tu tay yoli, gene gidey, gidey, çikay kurt.
- Yarım oroz kardaş, uğurlar, nereye büle?
- Kazanmağa.
- Gelem mi ben da?
- Gel ama yorulursun.
Gideylar, gideylar. Bir vakit sonra kurt yoroli. Oroz oni da ali içme. Gene gidey,gidey, çikay tilki: Oda:
- Yanın oroz kardaş, nereye büle?
- Gideym kazanmağa.
- Alır mism beni da?
- Alırım ama yorolursun.
- Nasıl yorolunım, ben dört ayakle, sen bir buçuk ayakle.
O da bir vakit sonra yoroli. Oni da oroz ali içine. Gideylar, gideylar, em yetışilar padişanm konağına. Dişarda bir gübrelik varimiş. Oroz da biney gübrenin üstüne em ütey:
- Kiki-ri-ku, kiki-ri-ku! Padişanm en güzel kızıni isterim!
Bunlar duyaylar. Gideylar verilar aber padişaya. Padîşa da emir veri:
- Alın orozi, atın tauklara.
İzmetçiler ataylar orozi tauklara. Saba ne gürsünlar! Bir tauk kalmamış, çünki oroz çikarmiş Tilkiy İçinden. Onlar güya zanetmişlar tauklar tepeleyeceklar
yabanci orozi. Olmiş tam tersine. Gene sabaylen oroz sag salim çikmiş gübreliğe.
Gene üle ütmiş:
- Kikİ-ri-ku, kiki-ri-ku! Ben padişanm en güzel kızmi isterim!
Padişa gene emredi:
- Alın buni, atın ayvanlara. Eşekler, begirler tepelesin.
Bu defası oroz çikari kurti. Ne begir bragi ne bir şey. Gene ayni ütey gübrelikte. Padişa gene emretıri:
- Atın buni hırıma, zare çok ziyan yapti. Yansın!
Buni ataylar furıma. Oroz çikari Vardari. Ne ateş kali ne turun. Hep gütüri. Gene oroz çikay gübreliğe. Gene üle ütey. Padişa gene emredi:
- Alın oni atın azneye!
Ataylar azneye. Oroz. ye pare, ye lira. Ustalıklen bragi bir tane lira ağzında güya ki bogıılmiş. Gideylar baksınlar ne olmiş, Açan gürilnr ne olmiş, ataylar gübreliğe. E bu, ne kadar adamlar çekili yavaş yavaş çikay gidey evine. Evine gelince, bagiri nenesine:
- Yap bir yatak, ser pürüncik çarşaf, bir sopa al, vur karnıma.
Ne vakit vuri nenesi karnına liralar çikay tıkır tıkır, Gene vuri, gene çikay liralar tıkır tıkır. Sonra ali nenesi, gidey komşiya, aray şinik. Komşi soray:
- Nedir komşi, ne ülçecen?
- Biraz bogdayi ülçecem.
Komşi inanmamiş, altına biraz tutkal koyay, Bu da ülçey liraları. Gürmey ki bir lira kalmiş şinik altına. Ne vakit da gütüri şiniği komşi dey:
- Bitirdin mi komşi işini?
- Aa-a, bitirdim komşi, bitirdim.
Komşi güri lirayi em dey:
- A komşi, sen bana bogday dedin, nerden aldın bunlari?
- Yolladım orozumi kazanmağa.
- U-u, yollayanı ben da küpegi, o da kazansın, Yollay küpegi. Küpek da gidey değirmene kadar. Yey un, gelİ eve.
- Nene yap bir yatak, ser pürüncük çarşaflar em al bir sopa vur karnıma.
O, ne lira ne bir şey, Yediklerini çikari. Ortahgİ berbat edey. Masala kümür, bize ümür. Masal ütede, biz beride.

(Üsküp Masalı Derleyen:
Özcan Hayrettin)

Makedonya Deyimleri

|
1) Aciyan çok ama para veren yok.
2) Anasıdan dogali gülmedi
3) Alep orda ise arşin hurdadır.
4) Analar, babalar güni olmak.
5) Onun ipiyle kuyiya iralmaz.
6) Onun yeri başım üstünde olmak.
7) Çam sakızı çoban armağanı olmak.
8) Dumanı dus tütmek.
9) Eski küvde yeni adet.
10. Gendi yagiyle kavrulmak.
11. Hem kel hem fodul olmak.
12. Karni tok, güzi aç olmak.
13. Laf olsun torba dolsun
14. Mum yakmak en aramak.
15. Ne al tini bırakmak ne üstüni
16. Yoğurda güre tavası, bunarma güre koasi olmak
17. Tencere tekerlenir, kapanı bulur.
18. Suyi, hasır alti yürütmek.
19. Tatli dil, güler yüz olmak.
20. Uzun sözün kısasi,
21. Rüyasında gürse bayıra yormak.
22. Vururum semere amasın eşek.
23. Düğününde kavgurle su taşımak.
24. Eti benim kemiği senin olmak.
25. Kendi istemek, kendi bulmak.

(Nimetullah Hafız,
Makedonya Türk Halk Edebiyatı Metinleri, İst, 1989)

Makedonya Efsaneleri Kral Kızı Efsanesi

|
KRAL KIZI EFSANESİ

Asker gidey bir çocuk, kralın kızı begeniy bu çocugi. Bu kız astalanı. Babasına dey:
-Ben filan asrer isevey. Ben açan ülecem buni koyverecen.
Kız da üli bir gün hem babasi da çıgıri o askeri hem dey ki:
- Bu günden sonra sen serbestsin.

Ama kız, çocuğa da ülmeden demiş 'Gelesin beni mezarımda güresin".
Asker de gidey açar mezari ne görsün kralın kızı dil orda, güre hocasını çocugi ve okuturmiş. Kapay mezarı hem dünerken düşiini niçin kralın kızi yerine hocası? Çocuk ta gidey hocanın evine soray hocası için. Deylar ki ülmiş. Mezarının nerde olduğum soray. Güleylar. Gene gidey açay mezarı ne gürsün kralın kızi. Bu hocalara gidey soray bu vaziyet için. Hocalar dey ki, "sağ iken sudan geçmek olmasaydi daha güzel olurdi." Onun için onun yerini kral kızı kazanmış

KRAL KIZI TÜRBESİ EFSANESİ

Bilimsin bu türbenin adı niçin üle kalmış? Sen tariyi okumam iş sındır, lazım bilesi- Bu İsabeg camisi varmi? İsabeg Üsküp'te yaşamişhr, em başka, İsabeg bütün Bosna'yi ayagaltma almıştır. Sindi var sülenti, İsabeg ne zaman Bosna'yi ayagaltma kuymiş getormiş ordan Bosna kralının kizıni. Bu kiz İsabeg'de yaşamış, dinini değiştirmiş, çok ey em çok güzelimiş. Alk bu kızi çok sevmiş, çok beğenmiş. Ama kız Çok genç ülmiş. Alk kızi çok sevdiğinden, teklif etmiş kıza, Gazibaba'da türbe yapılsın ki, ta uzaktan erkez gürebilsin bu güzel kızın mezarıni.

KOCAKARILAR EFSANESİ

Bir koca kari kış güne üsküp ve lübeten yolunda gürmüş güzel avay. İstey çıksın koyunlarıyla, otlatsın koyunlarını ama deyler çıkmasın, o dinlemey çıkay gidey. Yari günden sonra ava çok soğuk oli. Sonra kocakariylen hem koyunlar soğuktan taş kesiîilar, Şimdi kocakari taş şeklinde kalmıştır gelen geçen "Jut Babo açan" dey,
o taştan su damlay.

KALKANDEREN EFSANESİ

Bu kentin adını Türkler koymuşlar. Bu yere geldikleri zaman burda büyük duvarlar varmış, ve askerler ellerindeki kalkanlarla duvarları delip burayı almışlar ve böyle adını ad takmışlar

Davut Paşa Hamamı Soguk Hamam Efsanesi

|
Daut Paşa Amamıni bilisin dilini? Evet çarşibaşında. Sindi resimler tutaylar orda. O amamı birangi Daut Paşa yaptırmış. Yanlız bu Daut Paşa çok sert, çok zulumci erifmiş. Amami emende badiyava yaptırmiş. Yanlız mal paresi vermiş. İşçileri az pareyçin İşlehrimiş. İşçiler Makedonliymişlar. Ustalar da Makedonliyimiş.

Bak amamın duvarlarına taş ta Vodandan eşeklerlen gehimişlar. Dedim ki Daut Paşa
fena adam imiş, işçileri çok zorlaymiş, zamet çektirimiş. Ey ama, ustalar da çok kurnazimiş. Gürmişlar ki bu adam zulumkar, getırmişlar karar çivi çeksinlar Paşaya, Nice demişlar, üle yapmışlar. Amami üle yapmışlar ki güzde da güzel amam yogimiş.
Ey ama, nevakıt gelmiş vakit emamda banyo yapılsın, müşteriler başlamış aglaşsın. Aman birlürli isınmaymiş. Ustalar ne yapmiş yapmiş, bu amam iç ısınmaşmiş. Em uzun vakit geçmemiş mecbur olmişlar amami kapamişlar. Çünki adamlar çok üşüymiş.

Mustafa Paşa Camii Efsanesi - Türk Dünyası Efsaneleri

|
Bak çocuğum dilmi isteysin bilesin, süleyem. Ama bak ben çok bilmem. Fakat birkaç rivayet sülerım. Mustafa Paşa Camisi var, bilisin? Evet, bayırda. Kala altına, E bak, o cami çok imam değiştirmiştir.

niçin, soracan? E bak, cami yaptıricisi Mustafa Paşa, çok sert herifmiş. Cami yapılırken cemat çok beğenmiş, ama kimse "hayirli ugurli" dememiş. Çünki Mustafa Paşa has Türk dilimiş. Onun babasi Ristiyan imiş. E herkes gelmiş geçmiş, hem hayran kalmiş. Ey ama kimse masalla dememiş. Belki bazisi demiş ama kimbilir. Nasıl ise cami hazır olmiş, herkez beğenmiş, hem herkez demiş ki, büle güzel camiya
kuvetli imam lazım.

A yaphrici dedim, çok tetikli atam imiş. Onun için tâ bıılnıiş camiya güre imam elli imam değiştirmiş. Em o zamanlar dilimiş kolay imam bulunsun. E, bu beg, elli imam değiştirmiş, en sonda ellibirinci imam tutulmiş. Başka ne süleyem, var da
çok rivayetler ama sor başkalarına.

MUSTAFA PAŞA CAMİİ EFSANESİ - II

Ta ben da o camiyçin bir rivayet bilirim. Caminin giriş kapisi nice var, dilmi, o giriş kapisİ mermerle kaplıdır dilmi. Bütün kenarlar em kapının üstİ beyaz mermerlen kaplanmış, fakat sol taraftan emen iki buçuk metro yüksekliğinde valla fazla da demeyeni, demek iki buçuk metro yüksek bir kara parçe mermer var. İhtiyarların dediklerine güre, Mustafa Paşa çok yüksegimiş. E bu mermer korse onun yüksekliğinin dengiymiş.

Başka rivayetler de bilirim, gel başka gün sülerım, bilisin insan lazım sezinsin, yalan olmasın

Not:
Üsküp'den derlenmiştir

Kocacenk Efsanesi - Türk Dünyası Efsaneleri

|
Kocacık yöresine Türkler gelmezden önce burada Rimler yaşarmış. Onların bir de "Kralları" varmış. "Kral" doğal yapılı olan kalâda yaşarmış. "Kala" yüksekte bulunduğu için oradan olan biteni gözetlermiş. Günün birinde Türk askerinin "Kupensina" adında, "Kalâ"dan 10 km. uzaklıkta bir yere gelip çadırlarım kurmağa başladıklarını görmüş, askerlerin savaşçı olup olmadıklarını, kendi askerlerinin gelenlerle başa çıkıp çıkamayacağını anlamak İçin şu denemeyi yapmış:

O yörede bulunan en güzel genç kızları toplamış. Onları en iyi giysilerle giyindirmiş. Ellerine, içinde türlü tatlılar ve yemişler bulunan tepsiler vermiş. Bunları Türk askerine satmak maksadıyla onların yerleşmiş bulundukları yere göndermiş.

Kızlar çadırlarını kaldırmakla uğraşan Türk askerlerin yanına gelmişler. Türk askerleri ise onlara doğru hiç başlarını bile kaldırmamışlar. Böylelikle genç kızlar hiçbir şey satamadan geri dönmüşler.

Olayı bir bir "Kral'a anlatmışlar. O zaman "Kral" Türk askerinin çok cesur olduğunu ve buraya yenmek için geldiğini anlamış. Kendi ailesini toplamış. Bulunan bütün zenginliğini "Kala" içinde saklamış. Yardımcılarına edebildikleri kadar savaş yapmalarını emredip geceleyin oradan kaçmış. Yanına bir miktar asker de almış. Bütün atların nallarını tersine nallatmış. Bunu, Türk askeri izleri görünce "Kalâ"ya daha da yardımın geldiğini zannetmesi için yaşmış.

Türk askeri birkaç gün dinlendikten sonra "Kalâ"ya saldırmış, ama orada epeyce asker bulunduğundan üstelik "Kala" çok yüksek olduğundan dolayı birkaç gün "Kalâ"nın kuşatması ve kanlı savaş sürmüş. Birkaç günden sonra Türk askeri "Kalâ"ya gelen suyun nereden olduğunu anlamış. Aslında iki-üç bin metre uzakta bulunan "Kırmızı Su" kaynağından deriden yapılmış oluk vasıtasıyla "Kalâ"ya su gelirmiş. Bunu anlayan Türk askeri oluğu keser. "Kalâ"da bulunan askerler susuz kalınca son hücuma girişir. Kanlı savaş başlar. Kumalılar kaçmağa başlamışlar. Ama, onların peşinde, Türk askeri şöyle dursun, savaşta kılıçla kafaları kesilen Türk askerleri bile kellelerini koltuklan altına alıp koşarmışlar. Bunu gören Romalılar şaşkın şaşkın kaçmış, bir daha buraya dönmemişler. Onların peşinden koşan kesik başlı Türk askerleri ise ancak üçbin metre sonra yere düşüp şehit olmuşlar. Öylelikle o yer bir şehitlîk olmuş. Bugün bile o yerin adı Kocacik diliyle "Şiitlık" diye adlandırılır. Kalenin etrafında büyük savaş olduğundan dolayı o yere "Kocacenk" yeri adı verilmiş ki zaman gittikçe Kocacenk
Kocacik'e dönmüştür.

Yukarı yazmış olduğum efsaneyi hemen bütün yaşlı Kocacik'liler anlatmaktaydılar.

Makedonya Efsaneleri
Alıntı
Kültür Bakanlığı Türk Dünyası Edebiyatı

Mitolojik Hikayeler - Ev iyesi

| Çarşamba, Kasım 5
Ben gençliğimde kocamla birlikte yeni bir eve geçtim. Yeni eve geçişimizin ikinci günü kalktım ki, köşeden yün eğiren bir çıkrığın sesi geliyor, yün eğiren kimse görünmüyor. Bunun üzerine bunun ev iyesi olduğunu anlayıp sevindim. Ev iyesi evde böyle ip eğitip otursa, o evde bolluk ve saadet olurmuş, diye bir söz vardı eskiden. Ne var ki, ev iyesi atımızı sevmedi. Her sabah at apak köpüklere batıp hastalanmıştı. Kocam bir gün saklanıp bakmış. Ev iyesi atı geceleyin ahırdan alıp çıkmış da kuyruğuna yapışıp, atı halsiz düşünceye kadar koşturmuş. Kocamla danışıp atı eski evimize götürmeye karar verdik. Arabaya süpürge koyduk. Eski eve gidip süpürgeyi ahırın bir köşesine dayayıp koyduk. Atı koşturup eve getirip geldik. Ancak bundan sonra at rahat etti. Güçlenip kuvvetlendi. Ev iyesi onu rahatsız etmemeye başladı. Artık göründüğü de yok.


Hayvanların Terlemesinin Sebebi

Ahır iyesi sevdiği atın yelesini on ikişer belik edip örer idi. Atı sevmezse, eziyet eder. Atlar çok terlemiş olur sabahlan. Bunun işaretidir. Ahır iyesi sevmezse, inek de terler. Bizim ineğin her kılından damla damla ter akardı sabahlan. Kız kardeşime verip gönderdim, onda terlememeye başladı.

Mitolojik Efsaneler - Biçuralar da Göçerler

|
İnsanlar Biçura için aş pişirip tavan arasına koyarlar. Yukarı Or'da* bir kişinin Biçurası varmış. Bu Biçurasından bıkmış ve eşyalarını yükleyip göçüp gitmeye hazırlanmış. Bütün eşyalarım yükledikten sonra arabasının yanına gelince:

"Artık bir şey kalmadı herhalde! demiş kendi kendine. O sırada Biçura arabaya binmiş:
- Tavan arasında yayık kaldı ya! demiş. Böylece Biçura alıştığı sahibinden ayrılmayıp o da göçmüş.

Biçura küfürbaz kimseyi, hürmetsiz davrananı, yemek yedirmeyeni sevmez, kötülük eder ona.

Biçuralar iki türlü olur: Zenginleştirici ve iflâs ettirici. İşi yolunda giden kişi hakkında : "Ona Biçuralar yardım ediyor, muhakkak derler.

* Or :Tataristan'ın Arca rayonunda köy.

Türk Dünyası Mitolojik efsaneleri - Biçura Efsanesi

|
Biçura kadın cinsinden olur. Boyu bir buçuk, eni bir arşındır. Başında baş örtüsüyle gezer. Patates mahzenlerinde, döşeme altlarında, boş hamamlarda yaşar. Biçura herkesin evinde yerleşmez. Biçura'nın yerleştiği evlerde, onun için ayrı bir odayı boş bırakanlar da olmuştur.

Biçura gece vakti eve girip yemek tabaklarını, yıkanmamış bulaşıkları yalar. Bazen bu tabaklarda hoşuna gitmeyen bir şey görse, eline geçen eşyaların her birini bir tarafa fırlatır, çarpar, kırar gidermiş. Gönlünü almak için Biçura için ayrı bir tabağa artık yemeklerden koyup bunun yanına kaşıklar dizip insan girmeyen bir odaya bunları geceleyin bırakırlar. Ertesi sabah tabak bomboş olup Biçura yemeğin hepsini yemiş olur. Böyle ağırlaşan da bazı zamanlar hasta olup kendisine bırakılan tabakları kaşıklan sağa sola fırlatıp, kırıp gidermiş. Öyle zamanlarda çok azgınlaşıp bulduğu herşeyi kırarmış. Şu halde, Biçura'nın yerleştiği evde dikkatli olmak gerektir. Onun arzusunu bilip ona göre hareket etmek gerektir.

Biçura evdeki erkeklerle, daha çok da yanlız yaşayan erkeklerle, dul erkeklerle dalga geçmeyi çok sever: Ya uyurken gelip boynunu sıkar, ya ansızın hapşırıp korkutur, ya durup dururken üstüne odun fırlatır, ya keçe edik ile yahut tuğla ile vurur. Bazı Biçuralar böyle pek şakacı olunca, evde durmak mümkün olmaz da artık evin sahipleri evi terkedip giderler.

Bir mollanın evi varmış, hatunu yokmuş. Eve gelip yatağına yalnız başına yatarmış. Bunu Biçura rahatsız etmeye başlamış. Gece yansında fırının üstünden bir şey pat diye düşer, molla kalkar evde biri mi var, diye arar arar, kimseyi bulamazmış. Her gece bu iş olmaya başlayınca, molla iyice ne yapacağını şaşırmış. Mollanın bir tüfeği varmış. Bir gün tüfeğini minderin altına koymuş. Gece yatıp Biçura'nın birşeyler düşürmesini beklemeye başlamış.

Gece yarısı olunca, fırının başından bir tuğla gelip mollanın yatağına düşmüş. Bunun üzerine molla derhal tüfeğine davranıp fırına doğru ateş etmiş. Ama Biçura'ya hiç bir şey olmamış. Mollanın yatağına bir eşya daha düşmüş. Molla yine ateş etmiş, yine bir şey düşmüş yatağa. Molla böyle ateş etmeye devam etmiş. Onun üstüne de fırın başından keçe edikler, çizmeler, odunlar, çoraplar, eski börkler, tahta parçalan yağmış. Molla şaşırıp kalmış. Bundan sonra fırın başından:

- Molla efendi, sen okumuş adamsın, filânca duayı okuyup da ateş etsen işin olur, diye bir kız sesi gelmiş. Bunun üzerine molla tüfeğini almış, fırın başına doğru nişan almış, duayı okuyup ateş etmiş. Fırın başında bir inilti duyulmuş ve olay sona ermiş. Molla ise o günden sonra rahat etmiş, rahat uyumuş.

Biçuranın iyileri de oluyormuş kimi zamanlar. Bunların hepsi uykuda adamın boğazını sıkıp, üstüne eşya atmıyorlarmış. Biçura bazı kişileri severse ev sahibi zengin oluyormuş. Ne gerek olsa Biçura hepsini bulur getirirmiş. Biçura var iken zengin olan kişiler o gittiği zaman fakir düşerlermiş.

Eski zamanlarda bir molla varmış. Bu mollaya bir Biçura çok alışmış. Ondan sonra molla günden güne zenginleşmeye başlamış: Parası, hayvanları çoğalmış. Hayvanları tok, iri, yünlü imiş. Meğer Biçura geceleri komşuların paralarını çalıp getirirmiş. Komşu tarlalarından, komşuların ambarlarından, mahzenlerinden, depolarından yulaf çalar, mollanın atlarına, davarlarına yedirirmiş. Böylece molla gittikçe zenginleşmiş, artık Biçura'dan da bıkmış, onu evden kovmayı düşünmeye başlamış. Komşu köyde bir sihirci kocakarı varmış, molla bu kocakarıyı çağırtarak, sihir yapıp okuyup üfleyerek Biçura'yı kovmasını istemiş. Sihirci kocakarı okuyup üfleyip gitmiş. Tam o gece mollanın evinde yangın çıkmış, bütün ev, eşyaları, sığırları, koyunları, ekinleri yanıp kül olmuş. Molla kendisi bir gömlekle zor kurtulmuş... Evi yakan bulunamamış, avluda elinde ateşle gezen biri de olmamış. Mollanın evi yanıp kül olmuş, ama komşularının bir tahtaları, bir çubukları dahi yanmamış.

Mitolojik Türk Efsaneleri - Kel ile Süreli

|
Eski zamanlarda odunu balta ile keserlermiş, bıçkı yokmuş. Bu da pek zor olurmuş. Sonra bir kel adam ince demiri almış, dişler açmış, bıçkı yapmış.
Odun kesmeye ormana gittiğinde arkadaş bulamayınca odunu süreliyle kesmiş. Odun kesilmiş. Süreli buna çok şaşırmış.

- Bu aleti nasıl düşünüp buldun? diye kele sormuş. Kel:
- Ben böyle aletleri çok bilirim. Benim bir de arka kaşıyan âletim var, demiş. Ben bir defa kaşırsam artık bir yıl kaşınmazsın, demiş.
Süreli inanmamış buna. Kel:
- Hadi, sırtımızı kaşıyıp deneyelim, demiş.
Süreli razı olmuş, kelin arkasını kaşımaya başlamış. Kel durmadan:
- Daha kaşınıyor, geçmedi kaşınması, diye bağırırmış. Sonra süreliye:
- Sen sırtımdaki kaşıntıyı gideremedin. Şimdi bir de ben senin arkanı kaşıyayım, demiş. Sonra bir tahtaya keskin kıymıklar takıp tırmık gibi yapıp, bunu sürelinin ensesine koyup aşağıya doğru çekip indirmiş. Sonunda süreli acısına dayanamayıp kaçmış.

Mitolojik Efsaneler - Süreli Nasıl Aldatır Efsanesi

|
Günlerden bir gün kızlar sürüleriyle birlikte ormana çilek toplamaya gitmişler. Hava çok sıcakmış. Bunlar ormanda uzun süre dolaşıp sepetlerini çilekle doldurmuşlar. Sıcaktan, rutubetten damakları kurumuş.

İçlerinden bir kız yakında bir göl olduğunu söylemiş. Bunun üzerine göle su içmeye gitmişler. Bunlar yol boyunca giderlerken, aniden erkek sesi işitmişler. Kızlar başta korkmuşlar, ama bakıp bakıp hiç kimseyi görmeyince yine gitmişler. Çok geçmeden bunlar uyanmış, çünkü ne kadar gitseler de gölün yolunu bulamıyorlarmış. Ormanın ise ucu bucağı yokmuş. Çoktan gölü görmeleri lazımmış, ama göründüğü yok. Etrafa bakınınca anlamışlar ki, halen yola çıktıkları yerde duruyorlar. Kendilerini sürelinin aldattığını anlayıp çok korkmuşlar.

Yeniden çevreyi araştırıp yolu bulur gibi olmuşlar. Yine epey gittikten sonra bakmışlar ki, aynı yerdeler. Epey bir süre aynı yerde dönüp durmuş bunlar. Sonra ağlaşmaya başlamışlar. Nihayet, içlerinden biri bir hiyle akıl etmiş: Bütün elbiselerini çıkarıp, sonra tersinden giymiş. Papuçlarını da değiştirmiş. Solunu sağ ayağına, sağını sol ayağına giymiş. Bunları giyince görmüşler ki, tam yolun kıyısında duruyorlar. Süreli, elbisesini ters giyen kızdan korkup bunları aldatmaya son vermiş

Mitolojik Tatar Efsaneleri - Yarımtık (yarımlık) Efsanesi

|
Eskiden süreli varmış. Çilek toplamaya giderken insanlar yanlarında tuz alır giderlermiş, sürelilerin koltuğuna serpmek için. Süreli olmasa da birbirilerine:
- Acıyı getir, acıyı, diye korkutmak için hiyle yaparlarmış. "Acı yahut "tuz sözünü işitince gelmezmiş.
Memeleri çok büyükmüş, altları çıplak et imiş. Buralarına tuz deydirsen ölürmüş süreli. Buna bizde yarımtık derler.
Bir yarımtık, bir atı tutup gece boyu koşturmuş, eğlence olsun diye.
Atın sahibi sabahleyin atını bulup yem yemediğini, yorulduğunu görmüş de ikinci gün, bunu gözetlemiş: "Ne oluyor, kim biniyor ata? diye. Gece boyunca gözetleyince ata yarımtıkın bindiğini görmüş. Araba yağlanan katranlar pek sert olurdu, eskiden. Atına sürmüş de bırakmış bir gece. Yarımtık gelip binince arkası yapışmış.
- Hi, hi ! Ata arkam yapıştı, diye bağırmış bu. Yarımtık kişi gibi de gezermiş. Bir adam tahta
kesmekteymiş, yarımlığa ağaç kütüğünün yarığını gösterip:
- Elini şunun içine sok bakalım, demiş. Yarımtık:
- Adın nedir? demiş. Tahta kesici:
- Bıldır, demiş. Sonra da yarımtığın elini kütüğe kıstırmış.
Yarımtık:
- Bıldır kıstırdı! diye bağırmaya başlamış.
- Bıldır kısan ele bu yıl mı bağırıyorsun, diye gülmüş yarımlığa bu adam.
Yarımtık, güya, bizim köyde yaşarmış eskiden, bir insanmış. Kim biri buna sihir yapıp, yanmtığa dönmüş, köye dönememiyce otları yiyi yiye yarımtık olup gitmiş. Boynuzsuz. Çıplak bir insan. Tüylü değil. Kuş gibi uçarmış da. O zamanlarda kuş yuvasına girer uyurmuş. Dağ kovuklarında da yaşamış. Eğer insanı yakalarsa gıdıklayarak öldürürmüş. Süreli, Kazanhların ağzında; yarımtık ise bizim buraların ağzındaki şekli. "Yarımtık diye kahkahayla gülene, karşısındakini de güldürene derler. Çatlayana kadar gülermiş. Kocaman ağızlı, çirkin imiş

Bulgar Kalasının Kuruluşu Efsanesi

|
Nuh Peygamberin üç oğlu varmış. Birinin adı Yafes imiş. Yafes'in Gazi, Türk, Alp isimli üç oğlu varmış. Yafes'in oğullan büyüyüp birbirinden yakışıklı, uzun boylu gençler olmuşlar.

Bir zaman sonra bunların arasına şeytan girmiş, araları bozulmuş. Bu dargınlık hemen bitmeyip epeyi sürmüş. Gitgide iş büyümüş.

Gazi ile Türk, iki abi kardeş, birbirine karşı savaş açmışlar. Savaşta Türk, Gazi'yi yenmiş, bundan sonra da artık aynı yerde bir arada duramamışlar. Türk, savaşta galip gelmiş olsa da, kendi kardeşiyle böyle bozuştuktan sonra bir arada durmaktansa başka yerlere gitmeyi uygun görmüş, ve başka birtakım yakınlarıyla, birlikte buradan uzak bir yere göçüp gitmiş.

Türk, gidip çok uzak, soğuk bir diyarda büyük bir suyun kenarına ulaşmış ve orada yerleşmiş. Bu suyun-ırmağın o zamanlar adı yokmuş, ama yine de büyüklüğüyle, balıklarının çokluğuyla meşhurmuş.

Türk'ün yanında ikinci kardeşi Alp de varmış. Bunlar bu suyun kıyısında yaşamaya başlamışlar.
Alp, çok yiğit bir kişi imiş. O istese küçük dağları devirebiliyor, iki eli ile atları, sığırları kaldırabiliyormuş.
Bunların göçüp yerleştikleri bu yer sazlık ve koyu ormanlık bir yermiş. Bu sebeple Alp, yürürken yağmurlu zamanlarda ayağına çamurlar. sıvaşıyor, kuru zamanlarda ise toz toprak rahatsızlık veriyor, yürümesini zorlaştırıyormuş. Bu yüzden Alp her zaman yürürken oturur, çarığına bulaşan çamurları kazırmış. İşte bundan dolayı yol boylarında düzlüklere tümsekler, küçük küçük tepeler oluşmuş. Biktimir köyünden Matak köyüne giderken Ulu Göl boyundaki yuvarlak tepeler bu Alp'in çarığından kazıdığı çamurlardan oluşmuş, derler.

İşte bu Alp batır bir gün ava çıkmış. O zamanlar ormanlar pek sık, uçsuz bucaksız olduğundan, avda uzun zaman eylenince yolunu şaşırmış, kaybolmuş; ağabeyi Türk'ün yanına dönememiş. Alp uzun müddet ormanda yürüdükten sonra bir su kıyısına varmış. O ırmak boyunda onunla aynı dilden konuşan, ancak tanımadığı kişiler yaşıyormuş. Dilleri bir olunca kolayca anlaşmışlar. Bundan sonra Alp, kendi ağabeyi Türk'ün yanına dönemediği için, bu kişilerle birlikte yaşamaya başlamış.

Alp bir süre sonra bunlarla karışıp gitmiş; hatta orada kendine bir kız da bulup evlenmiş.
Böylece Alp şu yerde evlenip, onlardan birisi olarak yaşamaya başlamış.
Alp bahrin zamanla iki çocuğu olmuş, ancak bunlara bir türlü ad koyamamış.
Bu çağlarda insanlar yaylalarda keçe çadırlarda yaşıyorlarmış.

Günlerden bir gün, hava bozulup bulutlanmış, soğumuş. Alp'in keçe çadır içinde beşikte yatmakta olan çocuklarından biri üşüdüğü için ağlamaya başlamış. Çocuk ağlarken kolunu bura bura (Tatarca: "bulgaya bulgaya ) ağlıyormuş. Alp, çocuğun ağladığını görüp avutmaya çalışmış; beşiğini sallamış, ninniler söylemiş. Çocuk yine de susmamış, ellerini bura bura ağlamaya devam etmiş. Çocuk uzun zaman ağlayınca Alp'in aklına bir fikir gelmiş. Bu çocuk boş yere böyle ağlamıyordur, bu artık çok uzadı, onun böyle ağlamasında neyse bir hikmet vardır, diye düşünmüş. Böyle düşünürken gönlüne: Bu çocuğun ağlamasının sebebi daha adının olmayışı olsa gerek, ad koysak belki de ağlamayı keser, diye bir düşünce gelmiş. Bundan sonra çocuğa ad koymak istemiş. Hatunuyla istişare edip, çocuk ağlarken ellerini bura bura (bulgaya bulgaya) ağladığından ona Bulgar adını koymuşlar.

Bulgar adı Alp'in ve hatununun çok hoşuna gitmiş. Onlar ikinci çocuklarına da bir ad koymak istemişler. Karı koca ikisi bir bu konuda çok düşünmüşler, söyleşmişler. Çok zaman geçmiş. Sonunda ikinci çocuklarına da Burtas adını koymuşlar. Böylece, bunların ikinci çocuklarının adı da Burtas olmuş.
Alp'in çocukları da kendi gibi yiğit olmuşlar. Onlar da o yerde babalarıyla birlikte ömür sürmüşler. Bu çocuklar büyünce ikisi iki ayrı yerde kale kurup orada yaşamışlar.
Bulgar'ın kurduğu kale "Bulgar ismiyle meşhur olup, nice yüz yıllar pek çok hanların hüküm sürdüğü bir şehir olmuş. İşte bu Bulgar şehri, şimdi İdil boyunda harabesi olan Bulgar şehri imiş.
Burtas'ın kurduğu kale de zamanla büyüyüp, Burtas şehri ismiyle meşhur olmuş. Bu iki kalede yaşayan kişilerin çocukları çoğalıp, çok yıllar sonra bir tohumdan iki halk, birisi Bulgar, birisi Burtas vücuda gelmiş. Bunların ikisinin dili başta aynı imiş, ama uzun yıllar geçince dilleri de biraz değişip gitmiş.


Nuh Peygamber: Efsaneye göre güya, üç insan ırkı, Nuh peygamberin oğlu Yafes, Ham ve Şam'dan türemiştir.
Yafes: Mitolojik şahıs. Türkî halkların rivayetlerine göre, Türkîlerin efsanevî atası Türk'ün babasıdır. Gazi /Oğuz/ : Etnonim. Türkî halkların büyük bir boyunun ismi. Rivayetlere göre, Oğuz dilli hakların, şimdiki Türkmen, Azerbaycan, Türk halklarının, eski efsanevî atası. Türk : Etnonim. Rivayetlere göre, Türklerin efsanevî atası.
Alp : Olağanüstü güce sahip mitolojik savaşçı. Eski Türkî dilde "alp sözü "usta nişancı, "kahraman, yiğit, "pehlivan, "korkusuz, "batur, "baturluk manalarını ifade etmiştir. Alp, bir kısım Tatar halk hikâyesinde ve efsanesinde popüler kahraman olarak tasvir edilmiştir.
Biktimir, Matak: Orta Biktimir, Tüben (Aşağı) Biktimir, Bazarlı Matak, Eski Matak. Tataristan'ın Elki rayonundaki köyler.
"... ad koysak belki de ağlamayı keser... Tatarlar bugün de çocuğa uzun süre isim konmaması halinde çok ağlayacağına inanırlar.
Bulgar : Bu sözün kökeni şimdiye kadar tam olarak izah edilememiştir. ( bir başka efsaneye de "Bulgar sözünün manası " bilgili insan şeklinde ifade edilmektedir.
Burtas : Etnonim. Orta çağlarda İdil boyu Bulgarları ve Kıpçaklara komşu olarak yaşayan bir kabilenin ismi.
Burtas şehri: Tarihte böyle bir şehrin mevcudiyeti malum değildir.
1 İye: İyilik ve kötülük yapmaya gücü olan bir tür mitolojik varlık,cin

Trabzon Bölgesinde Halk inanışları

| Salı, Kasım 4
Trabzon bölgesinde çeşitli konularda bir hayli inanmalar vardır. Bunların bir çoğu yörel olmakla beraber, bir çoğu da bütün Trabzon bölgesinde rastlamak mümkündür. Bazıları ise bölgesel farklılıklar göstermektedir.

- Nazarla İlgili İnanmalar: Bütün Trabzon bölgesinde nazarla ilgili inanmalar vardır. Bilhassa kırsal kesimde nazarla ilgili olarak, nazardan korunmak için nusha (hamayil) taşımak, hayvanlar için tuz okutmak vardır.

Trabzon merkez ilçe ve Maçka yöresinde sığırlara nazara ismi verilir.

Sürmene bölgesinde nazara inananlar çok. “Nazar insanı mezara, hayvanı kazana kor” sözü meşhurdur. Korunmak için belirli dualar okunur.

Arsin bölgesinde bir şeye nazar aldığı zaman kül sulandırılarak nazar alanın üzerine serpilir.

Arsin bölgesinde sığırlar nazar almasın diye köpeğin dışkısının beyazı kurutularak sığırın boynuna asılır.

Yürümeyen çocuklar Cuma günü camiye götürülür ve camiden çıkan ilk kişiye ayak bağı kesilerek yürüyeceğine inanılır. Bu inanma yaygındır.

Tonya’da eve uğursuzluk gelmesin diye Mayıs ayında evin kapısının üstüne “Mayıs Dikeni” konur. Merkez ilçede bu diken ahır kapısının üstüne konur.

Sürmene Yemişli mahallesinde “Fenerli Türbesi” dili tutulanlar götürülür. Türbenin içi oyulmuş oradan toprak alınır. Bu şekilde dili tutulanların dilinin açılacağına inanılır.

Sürmene’de Mayıs ayında ayazma (Kutsal Su) gidilir. El, yüz yıkanır. Elbiseden bir parça koparılarak gözeye bırakılır.

Trabzon merkez ilçede “Ahi Evran” türbesine, Düzköy’de Haçkalı Hoca türbesine adak adanır, ziyaret yapılır, mevlit okutulur. Bu davranışın daha faziletli olduğuna inanılır.

Trabzon merkez ilçe Akoluk Beldesindeki şehit asker türbesinde namaz kılınır, ziyaret edilerek belirli hastalıkların iyileşeceği inancı vardır.

Trabzon merkez ilçesinin bazı köylerinde, küçük çocukların yol kenarına abdest bozması yasaklanır. Şayet bu yasağa uymazlarsa tırnaklarının kenarında şeytan tırnağı biteceği söylenir.

Altını kirleten çocuklara gizli olarak koyun veya sığır cinsinin üreme organı yedirilir.

Doğum yapan kadınların bir birlerini kırk gün görmemeleri veya aynı sofradan yemek yemeleri ile bir birlerini bastırdığı inancı vardır. Böyle bir durum söz konusu oldu ise her ikisine aynı tastan su içirilir.

Yeni doğan çocuk kırk gün yalnız bırakılmaz. Al basacağı inancı vardır. Arsin bölgesinde yeni doğan çocuğun üstüne yeni gelin gelirse çocuğu bastırdığına inanılır.

Arsin bölgesinde damadın nikâhtan sonra gerdeğe girmeden kapı altından geçerse bağlandığı inancı vardır.

Arsin bölgesinde Cuma günü öğleden sonra mezar ziyareti yapılmaz. Ölü defnedildikten sonra mezarın yanından arka dönerek ayrılmanın ölüye saygısızlık olduğuna inanılır.

Kesik ve yaralara insanın kendi idrarının iyi geldiğine inanılır (Arsin).

Yomra Maden köyünde yaşayan Serdar Fadime (1998 de sağ ve yüz yaşın üzerinde) gece şehitlerle konuştuğuna inanılır.

Arsin bölgesinde iltihaplı yaranın üzerine damar (yılan) otu sarmakla yaranın iyileşeceği inancı vardır.

Arsin bölgesinde göbek düştüğü zaman, bir ekmek parçasına kibrit çöpü dikerek göbeğin üzerine bırakılır ve yakılır. Üzerine bardak kapatılarak, düşen göbeğin yerine geleceğine inanılır.

Baykuş ötmesi uğursuz sayılır. Evin yakınında baykuş öterse yakın bir zamanda o evden ölü çıkacağına inanılır. Bazı bölgelerde köpek ve kara karganın bağırması da uğursuz sayılır. Kara kedi ile de ilgili olarak aynı inanma vardır. Maçka’da kara örümcek uğursuz sayılır.

Kavak yaprağını alt tarafından dökmeye başlarsa kışın çetin geçeceğine inanılır. Maçka’da ayva çok olunca kış çetin geçer inancı vardır.

Maçka’da çocuğun göbeği kesilince ya camiye ya da okula bırakılır. Camiye (ibadete) ve İlme yönelsin diye.

Maçka’da yeni alınan bir giysi besmelesiz olarak sandığa bırakılırsa veya giyilirse cinlerin giyeceğine inanılır. Bu konu ile ilgili olarak bir anlatım vardır.

“Maçka Güney mahalle annemin tanıdığı İrfan adında bir kadının kocası fırıncıdır. Adam hanımına güzel bir elbise alıyor. Kadın elbiseyi giymeye kıyamıyor ve besmelesiz sandığa koyuyor. Gece cinler adamı alarak fırında çalıştırıyorlar. Hanımına aldığı elbise ile bir kadın fırına geliyor ve hamurlu elini kadının sırtına vuruyor. Sabah eve gelince hanımından, aldığı elbiseyi getirmesini istiyor. Hanımı elbiseyi getiriyor ve sırtının hamurlu olduğunu görüyor” (Yaklaşık yüz elli sene mazisi olan bu olayı anlatan F.D. Karahasanoğlu)

Maçka’da akşam namazından sonra dışarı çıkıldığı zaman “Bismillah destur, cinler periler kenara dursun” denilmez ise çıkan kişinin çarpılacağına inanılır.

Maçka Güney mahalle Atlı Kilise yanında bulunan su kutsal sayılır. El, yüz yıkanır. Eşarp, mendil ağaca bağlanır ve dilek tutularak dileğin olacağına inanılır.

Kırsal kesimde tarım yapılan bölgelerde tavşan uğursuz sayılır.

Sürmene’de süpürge ile insana vurulmaz. Vurulursa boyu uzamaz.

Gözde arpacık çıkınca zenginliğe delalet eder.

Karanlıkta tırnak kesilmez. Sürmene’de tesbit ettiğimiz bu mesele bütün bölgeler için geçerlidir.

Sürmene’de çakalın bağırması uğursuzluk sayılır. Uğursuzluktan korunmak için ayakkabı çıkarılarak ters çevrilir.

Sürmene’de boğmaca olan çocuklar, öksürüğü geçsin diye ceviz kökünden geçirilir. Beşikdüzü’nde sandığa kapatılır.

Sürmene’de Cuma günü çamaşır yıkamak uğursuzluk sayılır.

Sürmene’de akşamdan sonra çocuklar dışarı abdest bozarsa çarpılır. Bu inanç diğer bölgelerde de yaygındır.

Vapurla askerlerin uğurlandığı dönemde, vapur liman başını aşana kadar ev süpürülmesi uğursuz sayılır.

Çaykara’da yolda giderken kadına rastlamak uğursuzluk sayılır.

Çaykara’da evden yolcu çıkışında ev süpürmek uğursuzluk sayılır.

Gelin büyüklerinin yanında çocuğunu kucağına alamaz, sevip okşayamaz.

Büyüklerinin yanında koca hanımının ismini söyleyemez. Şayet hanımına bir söz söylemesi gerekiyorsa lakap ile hitap eder.

Toplumda genellikle hanımların ismi söylenmez. “Ev sahibi, kan ayaklı veya Bizim kaşık düşmanı” diye isimlendirilir.

Evden çıkarken sağ ayakla çıkmak uğurlu sayılır.

Yolda giderken yılana rastlamak uğursuzluk sayılır. Yolu değiştirmek veya geri dönmek gerekir. (Merkez ilçe köyleri)

Horozun akşam namazında devamlı ötmesi evden ölü çıkacağına işaret sayılır. Uğursuzluk belirtisi . (Merkez İlçe)

Tonya ve Şalpazarı yöresinde yaylaya göç sırasında süslenir. Sığır ve Koyunların başlarına genelde kırmızı ipten örme püsküller takılır. Boyunlarına karışık renkli iri taneli boncuk dizinleri bağlanır. Sığır ve koyunlara çıngırak takılır.

Tonya yöresinde yedi yemeğinde kaşık çalınır.

Kırsal kesimde sünnet olan çocuğun kirvesi olur.

Sürmene’de olmayan yayıklar için nusha yazdırılır. Şalpazarı bölgesinde mayalanmayan peynir için nusha yazdırılır.

Hayvancılığın yapıldığı bölgelerde “Keçinin kuyruğu sallanınca hayvan yanar” inancı vardır.

Maçka yöresinde yeni doğan bir çocuğu kırk gün içerisinde hasta (adetli) bir kadın görürse, çocuğun yüzünde sivilce çıkar.

Maçka yöresinde kara sineğin hızlı ısırması hayvanın bozacağına işaret sayılır.

Miladi takvimle Mart ayının birinde (Miladi 14 Mart) itibaren her gün bir ay sayılmakla yıllık hava durumu hesaplanır. (Yaygın)

Siğilleri gidermek için sabit (boyalı kalem) kalemle üzeri boyanır, tam sayısı bir kağıda yazılır, altına bir dua yazılır ve kağıt bir akar suya bırakılır. Kağıt çürüyünce siğiller iyileşir. Dedem yapardı biz yaşadık. “Anlatan F. D. Karahasanoğlu)

Arsin yöresinde çocuğu olmayan erkek veya kadın, kendi cinsinden bir cenaze yıkanırken teneşirin altına girip ölünün yıkandığı su ile yıkanırsa çocuğu olacağına inanılır. Bu inanç olmakla beraber anlatan S. Kurt’un ifadesine göre korkudan teşebbüs eden olmamış.

Davara binmesi: Anlatan B. Kaya. “Sene 1985 şehirde ki evde tek başıma yatıyorum. Yarı uyanık vaziyetteyim. camdan içeri rüzgâr gibi mahiyetini belirleyemediğim bir cisim girdi. Elini ağzımın üstüne bastırdı. Çığlık attım sesim çıkmadı. Ne kadar uğraştım bilmiyorum. Korkudan ayağa kalktığım zaman camdan dışarı çıktığını hissettim. Elinin ortası delikti. Zaten elinde delik olmasa insan havasızlıktan boğulur”. Trabzon bölgesinde davara binmesi diye bilinen bu inanç yaygındır.

Yalnız Sürmene İlçesinde M. Çolakoğlu ile yaptığım görüşmede anlattığı şu gerçek çok ilgi çekicidir. “Trabzon’da Ziya Altınkaya isminde sinir mütehassısı bir doktor vardı. Davara binmesi ona anlatılınca bilimsel olarak bunun izahını şöyle yapmıştı. İnsan sırt üstü yattığı zaman öyle bir an gelir ki vücutta kan akımı çok yavaşlar veya durur. Göğüs darlanır, nefes alma güçleşir. Davara binmesinin aslı budur”.

Cin, peri düğünü: Anlatan H. Yürük, “12 yaşlarında çocuktum. Bir arkadaşımla evimizin karşısındaki ormana gittik. Bir kaya gördük. Yuvarlamak istedik. Karşı ki kayadan o ana kadar hiç işitmediğimiz sesler gelmeye başladı. Davul, zurna eşliğinde mermi sesleri duyduk. Korktuk ve eve geldik. Büyüklerimize anlatınca peri düğününe rastlamışsınız dediler”.

Çaykara bölgesinde cinlerle evli olduğunu söyleyen kişiler var. Cin, peri inancı bazı bölgelerde yaygın bazı bölgelerde az rastlanmakla beraber bütün yörede var.

Trabzon yöresinde bilhassa kadınlar arasında belirli hastalıklarda hocaya okunma inancı yaygın.

Yeni doğan çocuk bir yere misafir götürülünce, o evden ayrılırken gözü arkada kalmasın diye çocuğa hediye verilir.

Yeni doğan çocuğun sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okunur. Bunun iyi ahlaklı bir kişi tarafından okunmasına dikkat edilir. Ahlaklı olsun diye. (Yaygın)

Ezan okunurken, çakalların uluması uğursuzluk sayılır. (Yaygın)

Kısmeti bağlı kızların annesi üç Cuma sela vaktinde sandığı açarak, sandıktan aldığı bir giysi ile kızı sarsa kısmeti açılır. (Maçka)

Çocukların omuzuna mavi boncuk takılarak kötülüklerden korunduğuna inanılır. (Yaygın)

Maçka Ağralaksa yaylasında yayık çalkalanırken kaymak kolayca yağa dönüşmezse zifin (Zafinos) ağaçcığın dallarından bir parça alınır. Sünnet edilmemiş bir erkek çocuğunun üreme organı boyunca kırılır yayığın içine batırılır. Böylece kaymak kolayca yağa dönüşür. Yayık vurma işi bitermiş. (Anadolu İnançları s.44)

alıntı

Trabzon Yöresinde ki Kayalarla İlgili Söylenceler

|
Trabzon yöresinde belirli kayalarla ilgili inanmalar vardır. Bu konu ile ilgili olarak aşağıda kayalar ile ilgili söylenceleri bulabilirsiniz


Gugul Taş:


Trabzon merkez ilçe, Maçka Akçaabat’ın kesiştiği noktada, tosunlu köyü sınırları içindedir. Kendi ismi anılan tepenin zirvesinde bulunmaktadır. Tepenin köye bakan yamacı kayalık ve kayanın üzerinde yaklaşık on metre yükseklikte, yumurta biçiminde dikeyine duran bir kayadır. Tepenin deniz tarafında kilise kalıntısı vardır. Mehmet Yürük'ün (Akoluk/Trabzon) anlatımına göre gugul taşın şöyle bir hikâyesi vardır. “Zamanın birinde insanlar toplanarak gugul taşı yuvarlarlar. Fakat sabahleyin baktıklarında, gece tekrar taş yerine gelmiş”. Taşın yerinde Allah tarafından durulduğuna inanılır.

Şahin Kayalar:


Ziganoy olarak bilinen Başkurt, Sevimli köyü mıntıkasındadır. Fakir bir insanı zamanında köyünden kovarlar. Fakir insan kayalık bölgeye gelince burası benim tapulu mülküm diyerek yerleşir. Köyden kovulan adamın ismi Şahin olduğu için “Şahin Kayaları” olarak isim alır.

Kocakarı Kayaları:


Sürmene yaylalarına çıkarken Soğuk sudan az yukarıdadır. Ali Rıza Temelli'nin (Soğuksu Mahalle/Sürmene) anlatımına göre hikâyesi şöyledir. “Yaylalara Nisan ayı sonunda çıkılır. Fakat bu kayalara ismini veren kocakarı küçük (Şubat) ayında koyun ve keçilerini alarak yaylaya çıkmaya karar verir. Etrafındakiler her ne kadar bu ayda yaylaya çıkılmaz diye ikna etmeye çalışsalar da ikna edemezler. (Küçük ayı ........ vak vak eder oğlanım) Küçük ayı bana vız gelir anlamında bir söz söyleyerek yola koyulur. Bugün kayaların bulunduğu mevkiye gelince fırtınaya tutularak donarak ölürKocakarı Kayalarını anlatılan şahıs "ben bu manzarayı gördüm. Önde kayadan yıkılmış bir insan ve arkasında yüzünün üstüne yıkılmış yirmi, otuz kadar hayvan şeklinde kaya var " diyor

Gelin Güvey Taşı:


Trabzon Boztepeden bakılınca Maşatlık üstünde iki taş vardır. “Kaynatası gelinine beddua eder. Evden çıkan gelinin eşi takip etmeye başlar. Kayaların olduğu yere gelince ikisi de taş olur. Gelinin gözü taşa tepeden çıkarak yansır

Zincirli Kaya:


Arsin yeni yaylada bulunur. Uçurumlu bir kayadır. Kayalığın aşağıya yakın kesiminde bir mağara vardır. Mağaranın içinden değişik sesler gelir. Korkudan dolayı mağaraya girilmemektedir. Anlatan Metin Kurt (Fındıklı Köyü/Arsin)

Uzun Kaya:


Arsin Fındıklı köyündedir. Dörtgen şeklinde yaklaşık kırk metre yüksekte bir kayadır. Kayanın içinden sesler geldiğine inanılır. Ayrıca kayanın parçalanmadığına da inanılır.

Nal İzi Olan Kayalar:


Trabzon yöresinde tesbit ettiğim en ilginç kaya inanmalarıdır. Hz. Ali’nin atının nal izlerinin olduğu kayalar:

Merkez ilçe, Maçka Akçaabat’ın kesiştiği noktada Akca köyle, Kaynarca köyünün sınır bölgesinde “Yosma Düzü” denen yerde bir kayada Hz. Ali’nin atının nal izi olduğuna inanılır. Hikâyesi şöyledir. “Bu bölgede bir ejderha vardır. İnsanlar ejderhadan kurtulamaz. Hz. Ali gelir ejderhayı dağdan kovar. Kaçan ejderhayı vurur. Ejderha batar ve battığı yer göl olur. Çakır göl”.

Of, Sürmene hududunda yayla yolunda sokak dibi denen mevkide bir kayada Hz. Ali’nin atının nal izi olduğuna inanılır. Bu gün yol genişlediği için bu kaya kaybolmuştur.

Aynı inanmada Maçka ilçesinde bir mağara ile ilgili olarak söylenir. Mağaranın yerini tesbit edemedim.

Muzır Dağı Şehitlik Kayaları:


Sürmene Harmantepe yaylasında Taşharman denilen yerde şehit olduğu bilinmiyor. Eskiden yaya olarak yaylaya çıkış ve inişte Taşharman denilen yere gelince taş yığınına taş atardık. “Yerden bir taş alıp geri geri giderek yığınağa atınca yorgunluğun gideceğine inanılırdı.”

Bu şehitliğin durumunu Nazım Bilgin’in oğlu Mehmet Bilgin ortaya çıkarmış ve Muzır Dağı savaşı adı ile Trabzon İl Kültür müdürlüğü yayınlamıştır. Daha önce yayladaki ilk ev şenlik olmamıştır ve Cuma sabahları şehitlikte ezan okunduğuna inanılırdı. “Okunan ezanı duyanlar vardır”.


alıntı

Kanturalı Destanı

| Pazartesi, Kasım 3
“Oğuz zamanında Kanlı Koca adında bir gürbüz erin Kan Turalı adlı yetiş­miş bir yiğit oğlu varmış. Kanlı Koca oğlunu evlendirmek ister. Fakat oğlu alacağı kızın kendisi kadar kahraman bir kız olması gerektiğini söyler.

Önce oğul, sonra da babası Oğuz’u gezerler, İç Oğuz’da da, Dış Oğuz’da da böyle bir kız bulamaz­lar. Kanlı Koca dönüp dolaşıp Trabzon’a gelir. Trabzon tekürünün Selcen Hatun adında bir kızı vardır. Tam istedikleri gibidir. Fakat babası, bu kızı almak iste­yene üç canavarla savaşmayı şart koşmuştur. O zamana kadar civardan gelen otuz iki kişi bu canavarlardan ilki olan kara boğanın boynuzları arasında can verip, kellerini kaybetmişlerdir. Aslan ve kara deve ile çarpışan olmamıştır. Bun­ları dehşetle öğrenen Kanlı Koca evine geri döner, durumu oğluna anlatır, fakat oğlunun gitmesini istemez.

Kan Turalı kırk yiğidini alıp, Trabzon’a gelir. Kızı tekürden ister ve cana­varlarla savaşa girişir. Sırayla kara boğayı, arslanı ve kara deveyi öldürür. Tekür düğüne karar verir. Kan Turalı, annesi ve babası olmadan gerdeğe girmeyeceğini söyler. Kızı alıp, Oğuz sınırına yedi gün yedi gece sonra ulaşır. Müjde vermek üzere yiğitlerini önden gönderir.

İki sevgili güzel bir vadide konaklarken, Kan Turalı uykuya dalar, kız ise uyumayıp, tedbirini alır. Kızını verdiğine pişman olan tekür, altı yüz askerini göndererek kızını geri getirmek ister. Selcan Hatun Kan Turalıyı uyandırır, ge­lenlerle savaşa tutuşur. Bir müddet sonra gelenlerin bozguna uğradığını sanan Selcan Hatun çadıra döner. Kan Turalı’nın annesi ve babası da gelmişlerdir. An­cak delikanlı yoktur. Selcan Hatun geri döner, bir vadide düşmanların Kan Turalı’yı sıkıştırmış olduklarını görünce, üzerlerine at sürer. Yaralanmış olan sevgi­lisini atının arkasına alarak, dönmek üzere yola girerler. Bu durumu yiğitliğine yediremeyen Kan Turalı, kızı öldürmek ister ve düşüncesini kıza açar. Selcen Hatun tatlılıkla Kan Turalı’yı düşüncesinden vaz geçirmek ister. Başaramayınca kızar ve döğüşmeye hazır olduğunu söyler. Karşı karşıya geçerler. Selcen Hatun temrensiz bir ok atar, Kan Turalı ürperir. Koşarak kucaklaşırlar, barışırlar ve birbirlerini sınadıklarını söylerler. Yeniden yola koyulup, anne ve babalarının yanlarına varırlar. Oradan Oğuz’a girer, düğüne başlarlar. Kan Turalı gerdeğe girip muradına erişir. Dedem Korkut gelip şadlık çalıp, destanlar söyler” (Er­gin; 1997:13).

alıntı

Alp İnsanların Efsanesi

|
Alp Dağı Efsanesi

Eski zamanlarda bir ihtiyar adam ile bir nine varmış. Bunların bir de oğulları varmış. Oğulları kıra gitmiş, bunlar karı koca konuşuyorlarmış:
- Yel idim, fırtına idim, yedi günde bir iç don dikip bitirdim, demiş nine. Böyle konuşurlarken oğullan kırdan dönmüş. Bir cebine bir adam ile atını sokmuş, bir cebine arabalarını, sabanlarını doldurup gelmiş.
- Baba, bakın Bir kurt buldum, yeri yırtıp yürüyordu, diyerek bunlara cebindekileri göstermiş.
- Oğlum, nereden aldın, git yerine koy. Bu kurt değil, böyle ufak kavimler çıkmış. Biz iri nesilleriz, artık soyumuz tükeniyor, demiş.
Oğlan bunları cebine doldurup bulduğu yere bırakmış. Bizim köyün yakınlarında Saikan Köyik vadisi dediğimiz bir yer var. Orada Alp dağı var. Şu vadinin boyuna koymuş bu. O vadi pek derin, pek güzeldir. Hâlâ da mevcuttur. Şimdi kolhozun sürüsü orada yayılıyor. Eskiden koca koca demetler yapar, ot biçer, çilekler toplar idik. Yirminci otuzuncu yıllarda yer çilekleri çok olurdu orada; biz küçükken.
O oğlan dönerken Saikan Küyik vadisinde oturmuş, iki ayağındaki çarıklarını çıkarıp içindeki topraklan temizlemiş. Bu toprak hâlâ mevcut. Biz onlara, Alp dağı diyoruz. Birisi yuvarlakça, yumru, eşarp gibi, büyüktür. Birisi ise Saikan Küyik vadisine yakın, apaçık görünüp duruyorlar.


Alp İnsanlar

Onlar karagayıkadar uzunmuşlar.
Bir kişi at ile çift sürüyormuş. Alp insanlardan biri onu cebine koyup, götürüp babasına göstermiş. Babası:
- Ey yavrucuğum! Nereden aldınsa, götür oraya koy. Artık biz yok olacağız, bizden sonra burada böyle kullar çıkacaklar, ömür sürecekler, kıyamet gününe kadar, demiş.
Oğlu götürüp koymuş. Karagayları, uzun uzun ağaçlan atlayıp gidiyormuş, ot gibi.
Eskiden böyle insanlar yaşamış.


Alp Dede


Eski zamanlarde Alp Dede diye biri varmış. Bu çift sürerken Tanrı, Alp'e çift süren bir insanı göstermiş. Alp Dedenin anası sağ imiş. Bu insanı sabanı ve atlarıyla birlikte cebine koyup getirip anasına göstermiş. Anası bunu görünce:
- Oğlum, git nedereden aldıysan oraya koy, bizden sonra dünyaya gelecek insanlar bunlar. Bunlar fırında ekmek pişirirler, rızıklarını böyle hazırlarlar, demiş. Alp Dede, çiftçiyi götürüp yerine koymuş. O çiftçi daha sonra kaybolmuş. Alp Dede Ademden doğmaymış.

Çam Ağacı Neden Herzaman Yeşildir?

|
Çam Ağacı Neden Herzaman Yeşildir? Eğer bu sorunun cevabını arıyorsanız Cevabı aşağıdaki Söylence olmayacaktır. Çünkü Biz burada Botanik ile değil İnsanın doğayı algılaması ve o doğada yaşamı esnasında Tarih boyunca dilden dile dolaşarak gelmiş Efsane, destan söylence gibi Halk Edebiyatını oluşturan Kültür öğelerini sizlerle paylaşmaya çalışıyoruz Tatar Halk edebiyatında yer alan bir söylenceye göre işte Çam ağacının neden her zaman yeşil olduğunun cevabı

Bulgar padişahı, iyice ihtiyarlayınca, serdengeçtilerinden birini abıhayat getirmesi için Buz Denizi boyuna göndermiş. Bu yiğit pek çok ormanlar, sazlıklar, göller geçip, dağlar taşlar aşarak Buz Denizine varmış. Bu denizde bir ada varmış. Bu adada abıhayat bir pınar şeklinde akar dururmuş. Yiğit bu pınara kadar gidip bir kaba abıhayat doldurup geri dönmek için yola çıkmış. Ormanlar içinden geçip gelirken Aşıt suyu boylarına varmış. O zamanlar bu yerlerde koyu çam ormanları varmış. Bu yiğit uzun bir yoldan gelip yorulduğundan Aşıt boylarında biraz dinlenmek istemiş. Bir çam fidanının dibine yatıp uyumuş. Uyurken su kabını ayak ucuna koymuşmuş. Uykusunda su kabını ayağıyla itip devirmiş. Su, çevredeki çamların dibine dökülüp gitmiş. Bu su sayesinde çam ağaçları ebedi yeşil kalmışlar. Bu yiğit ise artık padişahın yanına dönmeyip, Aşıt boylarında yaşamış.

Eski Kazan Kalesinin Kuruluşu Efsanesi

|
Aksak Timur, sayısız askeri ile Bulgar şehrini yakıp yıkıp, yere beraber etmiş. Şehir halkı Aksak'a ne kadar yalvarıp merhamet isteseler de o bir kişiye bile aman vermemiş. Aksak'ın eliyle Bulgar şehri ve çevresindeki bütün köy ve başka şehirler yakılıp yıkılmış, halkı kılıçtan geçirilmiş. Bu ölen kişilerin cesetleri bir yere yığılıp, Aksak bunlara bakıp: "Ben sizi dinin emirlerini tutmadığınız için kestim. Sizden doğan çocuklar da dinsiz olur diye, onların da başlarını kestirip sizin cesetleriniz arasına attırdım. " demiş. Bu cesetlerin etrafına kütükler, samanlar yığıp bunları tutuşturup yakmışlar.

Aksak Timur, Bulgar şehrini harab edip halkını asıp kesip öldürdüğü sırada, Bulgar ilinin hanı Abdullah Han'ı da öldürmüş.
Abdullah Han Aksak Timur tarafından öldürülünce, geriye iki küçük çocuğu ve hatunu hanbike kalmış. Bulgar şehrinin uluları hanın nesli kesilmesin diye hanbike ve şehzadeleri Aksak Timur'un zulmünden kaçırmaya çalışmışlar.
Bunun için Bulgar şehrinin uluları, her ne kadar kendileri Aksak Timur tarafından öldürülecek olsalar da büyük bir gayret sarfedip hanbike ve şehzadeleri çabucak Bulgar şehrinden çıkarıp Büler şehrine uğurlamışlar.

Aksak Timur, Bulgar yurdunda adam kanı içip uzun yıllar bayram etmiş. O, şu zamanda, Bulgar şehri yanında Suvar, Kızlar, Yüketaıv* ve başka Bulgar şehirlerini de yakıp yıkmış, halkını kılıçtan geçirmiş. Bundan sonra da o zamanın en kalabalık, meşhur ve zengin şehirlerinden olan Büler şehrine askeriyle sefer etmiş.

Aksak Timur'un ilgi çekici bir âdeti varmış: Eğer öldürülmeye mahkûm edilen kişiler öldürülmeden önce Aksak Timur "Ne için öldürülüyorsunuz? sorusuna "Kendi günahlarımız yüzünden öldürülüyoruz. Günahımız başımızdan aştı. Bitimir hazretlerini Allah bize ibret için gönderdi. O bize doğru yolu göstericidir, diye cevap verirlerse, onları öldürmez, affeder, pek çok akçe verip gönderirmiş.

Aksak'ın bu âdetini Bulgar ve öteki şehirlerin ahalisi anlamamışmış. Bunun için onlar vahşi Aksak'ın kan şarabı olmuşlar. Büler şehrinin ahalisi ise Aksak'ın bu âdetini anlamışlar. Bunun için Büler şehrindeki asil kişiler, Han'ın öldürülmesinden sonra Bulgar'dan kaçıp gelen hanbike ve onun çocuklarını koruyabilmek içih bir çare aramışlar. Kendi aralarında epey düşündükten sonra, Aksak Timur'un bu bahsedilen huyundan faydalanmayı uygun görmüşler. Bunu Hanbikeye de bildirmişler. Hanbike pek gayretli, cesur, söz ustası ve son derece güzel bir kadınmış. Bu sebeple ona sadece normal insanlar değil, o zamanın asilzadeleri de fikir danışırlarmış. Onun tavsiyeleri, söylediği sözler, gösterdiği işaretler, hepsi de doğru çıkarmış. Kendisini ve çocuklarını korumak için Hanbike hiç telaşa kapılmamış. Bütün zorlukları üstüne almış ve işe girişmiş. O, Aksak Timur'un Büler etrafındaki köyleri yakıp yıkıp, halkını öldürüp Büler şehrine yaklaştığını biliyor ve bekliyormuş. Aksak Timur'un Büler üstüne saldırması, halk için taundan da kötü bir belâ olmuş

Hanbike hiç telaşlanmadan ve vakit kaybetmeden Altınbik ve Alimbik isimli oğullarını yanına alıp, Aksak Timur'a karşı çıkmış. Aksak Timur'un yanına varıp, ustaca sözler söyleyip yumuşatıp, ricasını söylemiş. Şöyle demiş: "Padişahların padişahı, ulu hanım, sultanım hazret-i Bitimir! İşte ben iki oğlumu, şehzadeleri alıp senin huzuruna merhametini ümid ederek geldim. Ben günahkâr Abdullah Han'ın hatunuyum. Bu çocuklar da onun oğulları. Merhamet edip bu iki yavruya babalarının ruhuna Kur'an okuyabilecekleri bir yerde yerleşip, kendi yurdumuz Bulgar'da yaşamamıza ruhsat ediniz. Siz çok yaşayınız. Bütün cihanın devleti, güç ve kudreti sizin olsun.Siz bizim yurdumuzdaki isyankârları cezalandırmak için Tanrı tarafından gönderilmiş bir yol göstericisiniz. Biz hepimiz sizin günahlı kullarınız. Yalvarma bizden, aman sizden.

Hanbikenin bu sözleri Akstk Timur'un hoşuna gitmiş. Hanbike ve oğullarına aman verip, onlara Bulgar yurdunun diledikleri yerinde kale kurup yaşamaya ruhsat vermiş. Hanbikenin ricası ile daha nice asilzadeyi de affedip, Hanbikeyle birlikte kale kurup yaşamalarına izin vermiş.

Bunlar bir araya toplanıp, Büler şehrinden kuzeye doğru gidip, bir küçük dere kıyısında kale yapıp yerleşmişler. Bu kurdukları kale, Eski Kazan** kalesi imiş.

Bu kalede Hanbikenin büyük oğlu Altınbik birinci han olmuş. Altınbik, Eski Kazan kalesine mescitler, medreseler inşa ettirmiş, büyük büyük bahçeler kurdurmuş, dışarıdan pek çok okumuş insan çağırmış. Çocuklar için mektepler açtırmış. Okumuş kişilere hazineden aylık verilmiş. Altınbik, Eski Kazan kalesinde elli yıldan fazla hanlık edip yüz yaşına yakın ölmüş.
Altınbik, atasının hanlık ettiği Bulgar şehrinin harap olmasından dolayı çok üzülüyormuş. O Bulgar devletinin babasının zamanındaki gibi büyük bir devlet olmasına çalışmış. Ancak halkı kılıçtan geçirildiği için yeniden canlandıramamış.
Yine de Altınbik, Bulgar şehrinin yanmadan kalan Halif Cami-i Şerifini***, ve Ulu medreseyi tamir ettirip, imam ve müderrisler çağırıp, yeniden ihya etmiş.

İşte bu Altınbik, Eski Kazan kalesinin kurucusu ve birinci han olan kişi imiş.
Altınbikten sonra kardeşi Alimbik han olmuş. Bu kişi otuz yıldan fazla hanlık edip bir çok hayırlı işler işlemiş, yüz yaşına kadar yaşayıp**** Bulgar'a, atasının mezarına giderken vefat etmiş.
Bulgar ham Abdullah'ın oğullan Eski Kazan şehrinde toplam yüz dört yıl ömür sürmüşler.***** Sonradan Eski Kazan'in bulunduğu yerden ayrılıp, Kazan ırmağının ağzında yeni bir kale kurmuşlar. Bu yeni Kazan kalesinde yüz elli sekiz yıl hanlık etmişler.


* Yüketavv: İdil boyu Bulgarları devletinde yer alan bir şehir. Şimdi Tataristan'ın Çistay şehri yanındaki yerleşim merkezi.

** Eski Kazan : Kazandan 45 km. uzaklıkta, Kazan ırmağının orta havzasında Biyiktavv rayonundaki Kamay ve Urmat köyleri yanında "Eski Kazan isimli bir yerleşim birimi var.

*** Halif Cami-i Şerifi: Bulgar şehrindeki cami. XIII. asrın ikinci yarısında inşa edildiği sanılmaktadır.
****."... yüz yaşına kadar yaşayıp... : Ravi, Alimbik ile Altınbik'in hüküm sürdüğü yılları anlatırken sayıları serbestçe kullanmaktadır.
***** "... yüz dört yıl ömür sürmüşler... : Kazan hanlarının Eski ve Yeni Kazan şehirlerinde hüküm sürme müddetleriyle ilgili veriler rivayetlere has anakronizm olsa gerektir.


Günümüzde Tatar halkının efsane ve menkıbelerini öğrenmek için yegâne kaynak kitap:

Tatar Halik katı. Rivayetler hem Legendalar. Tüzüçisi S. M. Gıylecetdinov, Kazan 1987.

Not: Türk Dünyası Edebiyatı Antolojisi Kültür Bakanlığınca hazırlanmıştır ve yayınlanmıştır. Bakanlığın Bu konuda ki çalışmaları Takdire şayandır Kendilerine teşekkürü Bir borç biliriz

Okum Nereye Düşerse Kaleyi Orada Kurarım

| Pazar, Kasım 2
Memi-Çallı* köyü yanında Kala dağı var. Hanlar şu dağda kale kurmuşlar ve bu dağın başından ok atmaya başlamışlar. Bir han ok atıp şöyle demiş:

"Okum nereye düşerse, kaleyi oraya göçürüp kuracağım.

Onun oku Kazan'ın şimdiki Han mescidi civarına düşmüş. Gidip oku orada bulmuşlar. Okun düştüğü yere bir it gömmüşler. Han kalenin burada yapılmasını emretmiş. Kale yapılıp bitirilince Han:

- Temele ne gömdünüz, demiş.
- ît gömdük, demişler.
- Kale, itlerin kalesi öyleyse, demiş han.

Bir zaman sonra Han ile Ruslar arasında mücadele başlamış. Ruslar kaleyi almaktan âciz olmuşlar. Bunun üzerine Ruslar bir Müslümana şöyle demişler:

- Biz seni altına boğarız. Kaleyi nasıl alabiliriz, söyle.
Bu kişi, paraya tamah edip şöyle demiş:
- Bizim Müslümanlar namazlarını bozmazlar. Siz sabah namazı vaktinde gelin, kaleyi alırsınız.

Bunun üzerine Ruslar, sabah namazı vaktinde gelip, kaleyi almışlar. Müslümanlar namazlarım bozmamışlar. Han kuş olup pencereden uçup gitmiş ve Kaban gölüne düşüp kaybolmuş.

* Memi-Çallı: Memli Kazak Çallısı. Tataristan'ın Balık Bistesi rayonunda köy.

Ateşsiz Kaynayan Kazan - Tatar Halk Edebiyatı

|
Tatar Halk Edebiyatı Kazan Şehri Adının söylencesi

Ateşsiz Kaynayan Kazan

Aksak Timur, Büler şehrini almaya gelmiş. Bunun için uzun zaman savaşmış. Ne kadar savaşsa da alamamış.
Bundan sonra o, dilenci kılığına girip, Büler'de bir ihtiyar kadının evine girmiş. Kadın kız kısmı çok konuşur, bu hatun Aksak Timur'u tanıyamayıp konuşmuş:

- İşte, demiş, Aksak Timur Han bizim şehri almak istiyor. O şehri, güvercinlerin ayağına ateş bağlayıp gönderirse alır ancak.

Aksak Timur'a da bu gerekmiş. Bunu işitince çok sevinmiş. İhtiyar kadına bütün eşyalarını toplayıp Büler'den gitmesini söylemiş ve şöyle demiş:

- Nerede altına ateş yakmadan, kazan altında ateş tutuşsa, orada dur, yerleş.
Kocakarı bunun dediklerini yapmış, bir kazanla bütün eşyalarını alıp Büler'den çıkıp gitmiş. Bir yere varıp kazanını koymuş, altına ateş yakmadan, kendiliğinden ateş yanmış. Kocakarı orada yerleşmiş. Onun yanına başka insanlar da gelip yerleşmiş. Böylece Kazan şehri "Kazan" ismiyle anılmış.

Bir Başka Söylence de

Bir zamanlar Han, kale kurmak istemiş. "Nerede kale kuralım? diye insanlarla istişare etmiş. Birisi şöyle demiş:

- Arabaya bir kazan koyalım. Kazana su dolduralım. Altına ateş yakalım. Kazan nerede kaynamaya başlarsa, orada kale kurarız.

Öyle yapmışlar. Kazan, şimdiki Kazan şehrinin olduğu yerde kaynamaya başlamış. Orada kale kurmuşlar.



Buzağı,Kuzu ve Kurtlar Masalı

| Cumartesi, Kasım 1
Arslanbek adında bir kişinin bir buzağısı, bir de kuzusu varmış. Bir gün onlar otlakta otluyormuş. Otlarken onlar hayli uzağa yürümüş. Yolda tavşan derisi bulup, onu da koltuğuna kıstırıp, yürürler. Yürürken akşam olduğunu bilmezler. Sonra onlar duman çıkan yeri görüp, oraya varırlar. bu yerde bir in varmış. Onlar hepsi de oraya girer. Bakmışlar, içki içen dokuz kurt var. Selâm verip, tavşan derisini de kapı ardına asıp buzağı da, kuzu da girip, bunların yanında oturur. Kurtlar konuklarına hürmet etmeyip, kendilerinin kopuzcusuna söylerler:

-Buzağıya çal, buzağıya çal.
-Hinti minti, hinti minti.
Kuzu tamam öğle yemeğine.
Hinti - minti, hinti - minti.
Buzağı tamam öğle yemeğine! diye çalıp yırlıyor kopuzcu kurt da.

Kurtların kendilerini yemek istediğini anlayan, buzağı söyler kurtlara:

-Veriniz şimdi ben de çalayım, der. Kurtlar,buzağının bildiği olmasa da, bize bir gülecek şey çıkar yemeden, diye kopuzu uzatırlar. Buzağıkopuzu çalar:

-Hinti minti, hinti minti,
Dokuz deri kürklüğüm,
Hinti minti, hinti minti,
Kapı arkasında yakalık, diye yırlıyor.

Kurtlar kapı arkasına bakarlar; tavşan derisi var. "Ne güçlü hayvanlardır bunlar, bizim dokuzumuzu da öldürüp, derilerimizden kürk etmeğe niyetleniyorlar. Geliniz, kaçalım", derler birbirine fısıldayıp. Kalkıp dokuz kurt da kaçıp gider.

Sonra buzağı kuzuya şöyle der:
-Bunlar kaçtı, ama daha da çok olup gelirler diye düşünüyorum. O zaman bizi kurnazlığımız kurtarmaz. Gel, buradan gidelim, der.
Onlar toprak damdan çıkıp, bir ağaca tırmanıp beklerler. Bir zaman sonra kurtlar on iki kişi olup gelirler. İnin içinde bunları bulamayan kurtlar gelip Şu ağacın dibinde gezinmeye başlarlar. Birden kuzunun sidiği gelir.
-Sidiğim geldi, ne edeyim? diye sorar bu, buzağıya.
-Yere insen, seni kurtlar yerler, bir dal tutup işe bari, der buzağı.
Kuzu işemeğe hazırlanıyorum derken dalı budağıyla birlikte yere düşüp gider. Kurtların aklı
başına gelinceye kadar buzağının aklına parlak bir fikir gelir ve kuzuya bağırır:


-Semizini tut, semizini tut! diye.
Kurtlar:
-Bunlar nasıl yiğit canlılardır, bırakıp gidelim,diye kaçar.

Buzağı ağaçtan düşüp, kuzuyla birlikte tavşan derisini alıp, Arslanbek'in evine dönüp gelir.

Onmayıp büyümeyip kurtlar kalır, onup büyüyüp,mutlu olup kuzu ile buzağı kalır.

Kumuk Türklerine ait bir masalı daha sizinle paylaştık masal içinde geçen yırlamak kelimesi söylemek, şarkı söylemek anlamındadır masalın sonunda ki onmayıp büyümeyip... şeklinde devam eden cümle Türk masallarının sonunda onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine şeklinde bitiş cümlesinin bir benzeri şeklinde bir cümledir. kopuz ise Türk milletine özgü bir sazdır Halk şairlerince yani ozanlarca kullanılır.

Buzav, Qozu Va Börüler
Aliyev Salav, Haciyev Abdulhakim,

Tilki Tilki Tüyü Altın... Masalı

|
Bir ayı, bir tilki, bir yaban domuzu, bir tavşan, bir çakal, bir kurt, bir horoz varmış. Bunlar toplanıp birlikte çalışıp, birlikte yiyip yaşamak üzere sözledirler. Ayı bunların batın olur, yaban domuzu yaşlııs, kurt avcısı, tavşan koyun çoban, çakal habercisi, horoz da mollası olur. Yalnız tilkiye bir iş verilmiyor. Bunlar her gün kendi görevlerini yerine getirip yaşıyorlarmış. Birgün, yiyecek bir şey bulmayıp, aç kalır. Tilki bunlara şöyle der:

Tilki tilki, tüyü altın, Tüyü hepsi su altın! Yaban domuzu bizim yaşlımız, Ayı bizim bahrimiz, Kurt bizim avcımız, Tavşan bizim koyun çobanımız, Çakal bizim habercimiz,Horoz bizim mollamızdır. Molla bize ne gerek? Geliniz, şunu yiyelim!

Bunlar horozu yerler. Bir gün bunlar yine aç kalırlar. Tilki yine şöyle söyler:

Tilki tilki, tüyü altın, Tüyü hepsi, temiz altın.Yaban domuzu, bizim yaşlımız, Ayı bizim bahrimiz, Kurt bizim avcımız, Çakal bizim habercimiz, Tavşan bizim koyun çobanımız.Koyun çobanı bize ne gerek? şunu, geliniz, yiyelim! Tavşanı da yerler.


Bir gün bunlar yine aç kalırlar. Tilki de önceki gibi başlar:

Tilki tilki, tüyü altın, Tüyü hepsi temiz altın. Yaban domuzu yaşlımız, Ayı bizim bahrimiz, Kurt bizim avcımız, Çakal bizim habercimiz. Haberci bize ne gerek? Geliniz,şunu da yiyelim! Tutup, şurada çakalı da yerler.

Bir daha aç kalırlar, tilki bu kez de söyler:

Tilki tilki, tüyü altın, Tüyü hepsi temiz altın. Kurt bizim avıcımız, Yaban domuzu bizim yaşlımız, Ayı bizim hatırımız. Bahr bize neye gerek? Geliniz, şunu da yiyelim!

Yaban domuzuna öldürtüp, ayıya saldırıp onu da yerler. Ayının eti de bitip, bunlar yine aç kalırlar. Tilki, kurda bakarak:

Tilki tilki tüyü altın, Tüyü hepsi temiz altın. Kurt bizim avcımız, Yaban domuzu bizim yaşlımız. Yaşlı bize ne gerek? Geliniz, şunu da yiyelim!

Kurt, saldırıp yaban domuzunu öldürür. Bunun etini de yerler. Yaban domuzunun eti de biter. şimdi tilki ne yaparsam kendimi yedirmeden kurttan kurtulurum diye düşünür.

Günlerin birinde tilki kendi başına gezmeğe çıkar. Yol boyu giderken, bir kuyruk bulur. Tilki, kuyruğa değmeden düşünür:
"Bir belâsı olmasa, yolda kuyruk bulunmaz, burada tuzak olsa gerek. " Doğruca kurdun yanına gidip:
-Ben iyi bir kuyruk gördüm, sensiz yemek istemedim. Gel, gidip şunu yiyelim! der.

Erken bunlar o kuyruğu yemeğe giderler. Kuyruğun bulunduğu yere varınca tilki durup, kurda kuyruğu gösterir:
-işte şu kuyruk, gidip ye, der.
-Sen niye yemiyorsun? der tilkiye kurt. Tilki:
-Ben bugün orucum, der.
Kurt inanıp, ne güzel yemek diye kuyruğa doğru koşar. Koşmasıyla birlikte tuzağa düşüp kalır. Kurt tuzağa düşmüş çabalanırken tilki yetişir ve basıp kuyruğu yemeğe başlar. O zaman tuzaktaki kurt buna:

-Sen orucum diyordun, niye şimdi yiyorsun? der.
-Ay gördüm, oruç bitmiş, diye cevap verir tilki.
Kurt:-Ben ne zaman görürüm ay ? diye sorar.
Tilki:-Tuzağın sahibi geldiğinde görürsün, der.

Tilki kuyruğu yiyip doyup gider, kurt ise kalır tuzakta.B ir süre sonra tuzağın sahibi gelip kurdu bir güzel pataklar. Nasl yaptıysa kurt bu pataklamadan çabalayarak bir yolunu bulup kaçar. Tilki işitir kurdun ölmeden kurtulduğunu. Kurdun kendisini gördüğünde tanımaması için küle belenip rengini değiştirir. Çok dolaşmaktan korkan tilki, eski bir değirmende yaşamaya başlar.

Bir gün kurt gezerken o değirmene çıkıp gelir. Tilki bunu görüp korkar, ama belli etmez; değirmenciyim diye oturur. Kurt ise bunu tanımadan sorar:

-Tilki, burada ne edip duruyorsun, ne yiyip yaşıyorsun? diye.
Tilki cevap verir: -Vallahi nasıl yaşayayım, şu değirmeni döndürüp, döndüğünde taşın altına dilimi koyup şundan çıkan unu yalayıp yaşıyorum. Kurt bundan rica eder:
-Ben de yalayayım bari şu unu, diye.
-Olur, yalarsan yala, diye tilki bunu değirmentaşının yanına da oturtup, dilini taşın altına koyup, kendi çıkıp oluk başından değirmene su gönderir. Değirmen dönüp kurdun dilini koparır. Tilki ise değirmenden kaçıp gider. Bu yine düşünüp kurdun kendisini arayacağını bilir.

Bir kumluk yere gider, yuvarlanıp tekrar rengini değiştirir. Bir gün kışın çok soğuk zamanında tilki su kıyısındadır. Birden bunun üstüne o kurt çıkıp gelir. Kurt bunu bu kez de tanımaz, selâm verip sorar:
-Nasıl yaşıyorsun, ne yiyip yaşıyorsun?
-Nasıl yaşayayım, her gün akşam olduğunda şu suya kuyruğumu sokuyorum. Sabah oluncaya dek öyle bırakıyorum. Sabah çekip kuyruğumu sudan alsam, ona takılıp asılıp balıklar gelir. Onları yiyip yaşıyorum, der tilki. Sonra kurt rica eder:

-Ne olur, benim de bu gece burada durmama izin ver Ben de kuyruğumu sokup balık yiyip muttu olurdum, der.
-İzin veriyorum, bu gece şu suyu kullanmaksanadır, der tilki.

Akşam olduğunda kurt kuyruğunu suya sokup bekler. Tilki de buna bakıp durur. Zaman zaman tilki kurda:
-Çekip baksana kuyruğunu, ağırlaşmış mı? der. Kurt kuyruğunu kımıldatıp:
-Vallahi, biraz ağırlaşmış mış gibi görünür, der.
-Bırak, iyice ağırlaşsın, karın doyuracak bir şey çıkacak kadar, der tilki. Gece yarısı olduğunda tilki yine sorar:
-ağırlaşmış mı, baksana, diye. Kurt kuyruğunu çekip bakarken:
-iyice ağır olmuş, der.
-Bırak daha da iyi ağırlaşsın, der tilki. Tan yeri ağırmağabaşladığında, tilki bir daha:
-şimdi nasıldır baksana, çok ağır mı? diye sorar.
Kurt kuyruğunu çekmeğe bakıyor; pek ağır, çekemiyor. Tilki yine söyler:-Kuvvetlice çekip baksana, çok şey gelmiştir, der. Kurt çeker, ama kuyruk dibine kadar donmuş , kımıldatamıyor.

Tilki yapacağını yapmıştr. Kurt ise ne yapacağını bilemeden çabalayıp dururken bunların üstüne suya gelen kadınlar ve başkaları gelir. Adamlar bunları kuşatır, önce tilkiyi, sonra kurdu öldürürler.


Aliyev Salav, Haciyev Abdulhakim
Kumuk Halk Edebiyatından (tulku tulku tuğu altın)

Bilmece Bildirmeceler - Bilmeceler

|
Halk edebiyatının vazgeçilmezlerinden biridir bilmeceler. İçinden çıktığı toplumun kıvrak zekasını ve dile hakimiyetinin bir göstergesidir. Bilmeceler ile herşey farklı bir dille anlatılır ve gizlenen cevabın bulunması istenir. görünüşte basitmiş gibi görüken bilmeceler kimi zaman karmakarışık ve çok zor olabilir. Bilmeceleri çözebilmek için kişinin sadece zeki olması yetmeyebilir İçinde yaşadığı toplumun dilini yani kendi öz dilini çok iyi bilmesi ve bunun yanında toplumunun bir parçası olması gerekir

Aşağıda sizlerle Kumuk Türklerinin bir kaç bilmecesini paylaşacağız Bu bilmecelerden bazılarının cevabını bulmakta zorluk çekmeyebilirsiniz ama bazıları sizleri zorlayacaktır Belki de anlamayacaksınız Bunun nedeni Her ne kadar Kumuklar Türk milletinden olsa da yukarıda belirttiğimiz gibi o toplumun içinden olmak bilmeceleri anlayabilmek ve cevaplayabilmek için gerekli bir şarttır.

1. Baldan tatlı, pazarda satılmaz.
2. "Gel" dersen gelmez; "gelme" dersen gelir.
3. Bakarsan kaçar.
4. Kuyruk yağı tencereye konuluyor: tencere eriyor, kuyruk yağı kalıyor.
5. İki ana, on çocuk, hepsinin de adı bir.
6. Taştan katı, tüyden yumuşak.
7. Ağıdan acı, baldan tatlı.
8. Ambardaki ejderha.
9. Aklar kesiyor, kızıllar taşıyor.
10. İki kardeş yanyana yaşıyor, amma bir birini tanımıyor.
11. En dibinde - çıkıntı,
Onun üstünde - yalamaç,
Onun üstünde - çürük bulak,
Onun üstünde - parlak yıldız,
Onun üstünde - kara kunduz,
Onun üstünde - sürülmüş tarla,
Onun üstünde - çayırlık.

12. Gece aç, sabah tok.
13. Geceleri yılan, gündüzleri simit.
14. On kardeşe iki kürk.
15. Butları var, kolları yok,
Kaburgası kemiksiz,
Oturmağa yeri var, karnı yok,
Arkası var, başı yok.

16. Gece karavaş, gündüz bey,
Gece yatıp, gündüz topla.

17. Balık suda, kuyruğu dışarda.
18. Alçak dağdan kar yağıyor.
19. Gelenler el vermese, eve girmeğe izin vermiyor.
20. Karnından yer, arkasından çıkarır.
21. Yol kenarında "vay, vay!".
22. Yedirsen yer, su versen ölür.
23. Tepsi dolmuş kızıl nar, korkmuyorsan birini al.

24. Derin gölde terleyip oynar oğlanlar.
25. Kuyruğunu tutmasan, ambara girmiyor.
26. Suda doğar, suda ölür.
27. Cansız, canlıyı uyandırır.
28. Yürüyor yürüyor, izi yok.
29. Bir ağaç, ağaçta on iki budak, her budakta otuz elma, elmaların bin yanı ak, bir yani kara.
30. Kendisinden başı büyük.
31. Yazda yamçı, kışta kamçı.
32. Altından su içer, başı ise semirir.
33. Oturmuş kart (ihtiyar), kürkü yedi kat.
34. Yakından bakıyorum, kendim ağlıyorum.
35. Gölgesi yok, gönlü tok.
36. Aldıkça çok oluyor.
37. Biçmeden, dikmeden derisine yama konmuş.
38. Arkası süpürge, önü yaba, istersen, tut da koş.
39. Kırda geziyor, hayvan boğazlıyor.
40. Gövdesi yuvarlak, giysisi diken.
41. Kuyruğu orak, kâkülü - tarak.
42. Bağırır köyden, pay verir yüzden,
Ağzı kemikten, boynuzu etten.

43. Suda yüzüyor; "bak, bak, bak",
Burnu sarı, kendi ak.
Buzda da yalın ayak,
Bakmasan, pek hovarda.

44. Tavan arasında gök yumak.
45. Çatı kenarında mantılar.
46. Belsiz, baltasız ev işliyor bir kız.
47. Kazandan kara, kardan ak.
48. Uzun burunlu, ince sesli, onu öldüren kişi kendinin kanını döker.
49. Halım büyük, yayamıyorum,
Çakılım ufak, toplayamıyorum.

50. Yar tarafında yarım kulaç.
51. Çarşaf gibi ak olur, güneşi görse yok olur.
52. Göz yaşı döküp doyurur.
53. Kışta ısıtır, yazda soğutur.
54. Babası yapmış, eve girmiyor,
Anası yapmış, evden çıkmıyor.
55. Önüne çıksa, ardından yetişemezsin,
Ardına çıksa, ardından yetişemez.

56. Boş kutunun içinde kudurmuş bir kurt var.

57. Pazara götürsen satılmıyor,
Tartıya koysan tartılmıyor,
Kendisi de baldan tatlı,
Ama yemek de olmuyor.

58. Arık deve yağdan ölmüş, yerde de ölmemiş, gökte de; o niye ölmüş, nerede ölmüş?

59. Keçi yedi yaşından sonra ne olur?
60. Denizin dibinde nasıl taş yok?
61. Kazan kara, kan kızıl,
Orak, eğri, tırpan, düz,
İki mandada dört göz.
Bunlar ne olur?

62. Odanın dört köşesinde birer kedi oturmuş, onların her birinin önünde birer kedi var. Dört kedi de kuyruk üstünde. Odada kaç kedi var?


Bilmecelerin Cevapları
1.Çocuk 2. Dudaklar 3. Kulak 4. Ayaklar 5. İki el, onların parmakları
6-7-8. Dil 9. Dişler, dil 10. Kaşlar 11.Çene, ağız, burun, göz, kaş, alın, saç
12. Börk-kalpak 13. Kayış 14. Eldiven 15. Sandalye 16. Yatak 17.Kepçe 18. Elek
19. Kilit 20. Rende 21. Diken 22. Ot 23. Kor (köz) 24.Kürze 25. kaşık 26. Tuz
27. Saat 28. Gemi 29. Yıl, on iki ay, gündüz, gece 30. Mantar 31. Ağaç 32. Kabak (karpuz) 33. Lahana 34. Soğan 35. Silo çukuru 36. Kanal (ark) 37. Ala sığır
38. Öküz 39. Kurt 40. Kirpi 41. Horoz 42. Tavuk 43. Ördek 44. Güvercin 45. Serçe
46. Kırlangıç 47.Saksağan 48. Sivrisinek 49. Gök yüzü, yıldızlar 50. Ay 51.Kar
52. Yağmur 53.İnsanın ağız buharı 54. Araba, ocak 55.Gölge

56.Fişek (mermi, kovan) 57. Güzel söz (uyku)
58. O deve köprüde ölmüş, üstünde çok yağ yüklüymüş
59. Sekiz yaşında olur 60. Kuru taş 61. Kendileri 62. Dört kedi; her kedi bir birinin karşısında oturuyordu.