Geçmişden Günümüze Gelen Efsaneler, Destanlar, Söylenceler, Mitoloji, Hikayeler, Masallar , Türk folklorik motifler, şehirlerin efsaneleri,öyküleri

Üzüm Şehrinde Angarya

| Çarşamba, Nisan 30
Hürriyet Gazetesinde okuduğum bir habere göre de Selçuklu Türkleri Ankara’yı fethettikten sonra, şehrin adı "Engüri" olarak değişmiş. Efsaneye göre, Ankara ve çevresinde Anadolu’nun en güzel üzümleri yetiştiğinden, sultanın sarayına üzüm buradan gönderilirmiş. Bundan böyle Ankara’ya "Üzüm şehri" anlamına gelen Farsça "Engüri" ismi verilmiş.

Bir söylenti ise diğerleri kadar ilginçtir. Ankara kalesinin, zalim bir hükümdar zamanında, halka "angarya" ile yaptırıldığı için şehrin "Angarya-Ankara" adının aldığını söylenir. Ama bunun, benzetmeden başka bir şey olmadığı kanısı yaygındır. Bu arada bazı bilginler Hititler devrinde Ankara adının "Ankuva" olduğunu, bundan dolayı Ankara dendiğini ileri sürerler.

Büyük Tufan Sonrası Ankara

|
Ankara ile ilgili bir başka efsane de, Nuh Peygambere kadar dayanıyor. Büyük Tufan’da, Nuh'un Gemisi’nin bir ara burada demirlediği ve çapasının da bu esnada düştüğü, yüzyıllar sonra bulunan çapanın yerine, Ankara’nın kurulduğu söylenir. Gerçekten de Roma devrinde Ankara ve çevresinde basılan paralar ve madalyonlar üzerinde, Ankara’yı temsil eden gemi çapası resimleri görülür. Bu resimlerle efsaneler arasında bir ilişki var mı, yok mu kesin olarak bilinmiyor.

Çapa Şehri Ankara

|
isimsiz adlı okuyucumuzun isteği üzerine Ankara ile ilgili efsaneleri araştırırken Milliyet gazetesinde bu hoş efsaneye rastladım.Okuyalım mı?

Bir zamanlar bölgeye hakim Frigya Kralı Midas'a rüyasında ilahi bir ses ''Durma, kalk. Topraklarında bir gemi çapası ara. Onun bulunduğu yere bir şehir kur. Bu şehir sana mutluluk getirecektir.'' diye seslenir. Sevinçle uyanan Midas, ülkesinin her tarafına adamlar salar, gemi çapasını aramalarını emreder, sonunda, bir gün Ankara Kalesi'nin bulunduğu tepelerde çapayı buldurtur, kısa zamanda da buraya bir şehir kurarak adını, gemi çapası anlamına gelen ''Anker'' ya da ''Ankira'' koyar. Gemi çapası, uzun yıllar bu şehrin tapınağında saklanır.

Sultan Ahmet

| Pazartesi, Nisan 28
Sultan Ahmet ile Aziz Mahmud Hüdai birbirlerini sever, sayar, birbirlerine o kadar da bağlıydılar. Sultan Ahmet Şeyhi Aziz Mahmud Hüdai’ye bir hediye sunmak istiyordu. Mürşidinin bu hediyeyi kabul etmesi onu çok sevindirecekti. Sultan Ahmet bir gün kendisince uygun gördüğü bir hediyeyi Aziz Mahmud Hüdai’ye yolladı. Ama Şeyh Hazretleri hediyeyi kabul etmedi. Gerçek din büyüklerinin çoğu hediye kabul etmezdi. Bu büyük insanların dünya malına hangi gözle baktıklarını, başkaları için ulaşılmaz sanılan şeylerin nazarlarında hiçbir değer taşımadığını ifade etmenin yoluydu. Sultan Ahmet, Şeyhinin kabul etmediği hediyeyi yine Şeyhlerden Abdülmecid Sivasi’ye yolladı. Sivasi hediyeyi kabul etti. Kendisine padişahın bu hediyeyi Aziz Mahmud Hüdai’ye yolladığı, ama kabul etmediği hatırlatılınca:
-- “Hüdai hazretleri bir karga değildir ki leş kabul etsin.” dedi.

Padişahın adamları hemen Aziz Mahmud Hüdai’ye giderek:

--“Sizin kabul etmediğiniz hediyeyi Şeyh Sivasi kabul etti” dediler.

Aziz Mahmud Hüdai’nin tepkisi ise şöyle oldu:

“-Onun için hiçbir sakıncası yoktur. Çünkü o öyle büyük bir umman ( okyanus) dır ki bir parçacık çamurun kendini bulandırmayacağını bilir.”

Pandora

|
Prometheus’un kurnazlıkla çalarak insanlara verdiği akıl onları şımartınca Zeus o zamana kadar yalnız erkeklerden ibaret olan insan topluluğuna ceza vermek istedi ve onlara kadını gönderdi. Zeus, oldukça basarılı bir usta olan oğlu Hephaistos’tan kadını yaratmasını istedi. Hephaistos babasının isteği üzerine çamuru su ile yoğurdu ve görenleri şaşırtacak güzellikte bir kadın vücudu yarattı.

Olympos’ta oturan tanrıçaların en güzeli olan ve kendi karısı olan Aphrodite’in vücudunu model olarak kullanmıştı. Heykel bitince onun kalbine ruh yerine bir kıvılcım koydu. O zaman heykelin gözleri ıldı. Kolları bacakları kıpırdamaya ve dudakları konuşmaya başladı. Onu süslemek için bütün tanrılar ve tanrıçalar yardım etti. Herkes ona kendisinden birşey armağan etti ve ona Rumca "bütün armağan" anlamına gelen Pandora adını taktılar. Athena ona güzel bir kemer, süslü elbiseler verdi. Letafet perileri Kharites beyaz göğsüne parlak altın gerdanlık taktı. Aphrodite başına güzellikler saçtı. Güzel saçlı Hora ilkbahar çiçekleriyle onu süsledi. Hermes Pandora’nın kalbine, hıyanet ve aldatıcı sözler yerleştirdi. Zeus da ona esrarlı bir kutu armağan etti ve ona dedi ki; Sakın verdiğim kutuyu açma, içindeki iyi seyler uzaklara kaçar ve onların yerine fenalıklar gelir, seni rahatsız ederler. Bu kutuyu iyi sakla bütün insanların saadeti ve felaketi bu kutunun ılıp ılmamasına bağlı.” Böyle dedikten sonra baş tanrı ilk kadını yeryüzüne indirdi ve Prometheus’un kardeşi Epimetheus’a gelin olarak gönderdi. Prometheus kardeşine Zeus’dan hiçbir şekilde hediye kabul etmemesini tembih ettiği halde Pandora’nın güzelliğine hayran kalan Epimetheus öğüdü tutmadı ve onunla evlendi.

Pandora da tıpkı tüm kadınlar gibi doğustan meraklı olduğu için dünyaya gelir gelmez kutunun içinde ne olabileceğini düşünmeye başladı ve Zeus’un uyarısını unutarak kutuyu açtı. Kutunun içindeki hastalık, keder, ıstırap, yalan, riya gibi insanları rahatsız edecek ve onları felakete sürükleyecek ne kadar kötülük varsa hepsi ılan kutudan kuşlar gibi uçuştular. Pandora hatasını anlayarak biraz sonra kutuyu kapadı ancak kutuya kapatılan kötülüklerin arasında, insanlari yaşatacak, teselli edecek "ümit" de vardı. Fakat ümit dısari çıkamamış kutuda kalmıştı.. Böylece Zeus ilk kadını beraberinde kötülüklerle dolu bir kutuyla yeryüzüne yollayarak insanlardan intikam almıştı.

Tahta Kılıç Efsanesi

| Pazar, Nisan 27
İstanbul'un fethine ilişkin efsaneleri hem Türkler hem de Bizanslı Rumlar da anlatır. Efsanelere göre, İstanbul gibi bir şehrin fethi, mucizelerle olabilirdi. ancak..

Bu mucizelerden birini anlatan Tahta kılıç efsanesi de şöyledir:

II. Sultan Mehmet'in saldırı üzerine saldırı tazelediği, Türk toplarının cehennemi bir ateşle surlarını dövdüğü kuşatma günlerinden bir gün, Tanrı bir meleğini Agapios adındaki bir keşişe gönderir. Melek, getirdiği tahta kılıcı Agapios'a verir ve bunu Bizans imparatoru Konstantinos Paleologos'a vermesini söyler. Bu kılıç sayesinde Türkler şehri alamayacaklardır.

Keşiş Agapios, kendisine verilen ilahi görevi yerine getirmek üzere hemen Bizans sarayına gider ve imparatorun huzuruna çıkarak;

"Yüce Tanrımız bu kılıcı size gönderdi efendimiz. Bu kılıcı alın ve onunla düşmanınız Türkleri yok edin!"

Konstantinos Paleologos kılıcı alır, ama tahtadan yapılmış olduğunu görünce müthiş öfkelenerek keşişe bağırır:

"Benim elimde şanlı Davud'un her savuruşta dört mızrak boyu uzayan olağanüstü kılıcı var. Bu tahta kılıç ne işime yarar ki!"

Saraydan kovulan ve kalbi kırılan keşiş, o üzüntü ve kızgınlıkla doğruca genç Türk padişahının huzuruna çıkar, hikâyesini anlatarak tahta kılıcı ona sunar. Genç padişah kutsal armağanı büyük bir sevinçle kabul eder. Kısa bir süre sonra Bizans düşer, genç Türk padişahı böylece "Fatih" olur...

Süleymaniye Camii'nin Harcı

|
Mimar Sinan, Süleymaniye Külliyesi'nin temelini attıktan sonra, bu temelin oturması ve sağlamlaşması için inşaatı durdurmuş ve bir yıl kadar beklemiş.

İnşaatın ekonomik nedenlerden dolayı durduğu yolunda duyum alan ve Osmanlı ile her alanda yarış içinde olan Safevi şahı Tahmasb, fırsat bu fırsat diyerek Kanuni Sultan Süleyman'ı utandırmak istemiş ve padişaha inşaat tamamlansın diye bir sandık dolusu mücevher göndermiş.

Ancak rivayet olunur ki, buna çok sinirlenen Sultan, mimarbaşı Sinan'a gereğinin yapılmasını buyurmuş ve büyük usta da bu eşsiz hazineyi, Safevi elçisinin gözü önünde, bir dibekte dövdürüp toz haline getirterek Süleymaniye'nin inşaat harcına katıvermiş...

Sabahın ilk ışıklarıyla güneşin gökyüzünde parıldadığı bir gün Süleymaniye'ye dikkatli bakın, parıldadığını göreceksiniz!


paylaşımından dolayı çitgöl kasabası'na teşekkürler

Gaziantep- Herhangi Bir Tabiat Varlığına Dönüşme Efsaneleri

|
Taş veya hayvandan başka bir tabiat varlığına dönüşme motifinin bulunduğu tek efsane örneğimiz bulunmaktadır. Bu efsane bir nevi beddua üzerine şekil değiştirme motifinin biraz farklı bir şekilde bulunduğu bir efsanedir. Hz. Ali ve Sürüsü ile ilgili olan efsane şöyledir:

1- Düşmanını yenen Hz. Ali, kendisine ait koyun ve keçileri alarak dağa çıkar.
2- Sürüsünü otlatmaya bırakıp, kendisi de şalvarını yıkamakta olan Hz. Ali'ye daha evvel yendiği düşmanları beddua ederler.
3-Beddua üzerine Hz. Ali'nin koyun ve keçileri orman haline gelir, elindeki şalvarı da iki kolu olan bir dere olur.

Beddua üzerine taşa dönüşme motifinin bulunduğu diğer efsanelerden burada önemli bir farklılık görüyoruz. Bu efsanede şekil değiştirme, düşmanın bedduası üzerine gerçekleşmektedir. Düşmanların bedduasının tutması rastlanan bir durum değildir, hele de bedduaya uğrayan Hz Ali gibi oldukça mühim bir din büyüğü ise. Ancak bedduaya uğrayan doğrudan doğruya Hz. Ali değil, eşyası ve sürüsüdür . Eşya ve sürünün dönüştüğü şekil de orman ve sudur. Aslında orman ve suya dönüşmek de kötü bir şey değildir. Türk kültüründe ağaç ve suya verilen değer açısından bakarak buradaki şekil değiştirmenin beddua sonucu uğranacak bir ceza olmadığını söyleyebiliriz. Sonuç olarak Gaziantep'te tespit edilen şekil değiştirme motifine yer veren efsanelerin, Anadolu'nun ve Türk dünyasının diğer yerlerindeki benzerleriyle yakın özellikler taşıdığını belirtebiliriz.

Gaziantep'te yazılı ve sözlü kaynaklardan tespit ederek incelediğim yaklaşık altmış efsane içerisinde on iki efsane şekil değiştirme motifini taşımaktadır. Bu on iki efsanenin beş tanesi taş kesilme , beş tanesi insan asıllı iken her hangi bir hayvana dönüşme, bir tanesi hayvandan hayvana dönüşme, bir tanesi de herhangi bir tabiat varlığına dönüşme motiflerini taşımaktadır.

Gaziantep efsanelerinde görülen şekil değişikliklerini, sebeplerini şu şekilde gruplandırmak mümkündür:

1-Utanma ve Zor bir durumdan kurtulmak için şekil değiştirmeyi dileme.
2-Bir kişinin bedduası üzerine şekil değiştirme.
3-Kötülüğün cezalandırılması.
4-Keramet sahibi olma.

Şekil değiştirme motifine yer veren Gaziantep efsaneleri, diğer bölgelerdeki benzerleriyle paralellik göstermekle birlikte, diğer halk anlatmalarında olduğu gibi muhakkak bölgesel hususiyetlerle karşımıza çıkmaktadır.
Gaziantep efsaneleri, efsane dünyasının zengin ve hayli kalabalık bir bölümüdür.
Şekil değiştirme motifine yer veren Gaziantep efsaneleri, diğer bölgelerdeki benzerleriyle paralellik göstermekle birlikte, diğer halk anlatmalarında olduğu gibi muhakkak bölgesel hususiyetlerle karşımıza çıkmaktadır. Gaziantep efsaneleri, efsane dünyasının zengin ve hayli kalabalık bir bölümüdür.

NOTLAR : Bu bildiride yazılı kaynaklardan alınarak incelenen efsane metinleri aşağıdaki kaynaklarda bulunmaktadır. Her efsanenin hangi kaynak eserden alındığı parantez içindeki sayılarla belirtilmiştir. Metnin içerisinde, efsanelere verilen sayılar, aşağıda her kaynağın sonunda parantez içerisinde yer almaktadır.

1- Şükrü Erdoğan, "Gazalilere Dair",Gaziantep Kültür Dergisi, Ağustos, 1965, C.8, s.173. (8)
2- Cemil Cahit Güzelbey, Gaziantep Efsane ve Öyküleri, Gaziantep,1990. s.59,60,82. (2,3,)
3- Cemil Cahit Güzelbey, Gaziantep Evliyaları, Gaziantep,1990, s.25. (14)
4-Cemil Cahit Güzelbey, "Gaziantep'te Kimi Hayvanlara İlişkin Efsaneler", Gaziantep Kültür Dergisi, Kasım 1970, C.13, s.7. (10,11,13,14,15,16)
5-Efsanelerimiz, İnönü Univ., s.254. (4)
6-Saim Sakaoğlu, 101 Anadolu Efsanesi, İst. 1976, s.35,36,37,38,75-76.(6,7,18)
7-Saim Sakaoğlu, Efsane Araştırmaları, Konya 1992. s.99-102. (17)
Kaynak Şahısların Kimlikleri:
1- Gülser İngel, 55 yaşında, Kahraman Maraş doğumlu, Gaziantep'te ikamet eder, okur-yazar. (12)
2- Hafıze Köksel, 70 yaşında, Nizip-Kale Meydanı doğumlu, Ankara'da ikamet eder, okur-yazar. (5)
Gaziantep Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
Yrd. Doç. Dr.Behiye KÖKSEL

ilgili yazılar
Gaziantep Efsanelerinde Şekil Değiştirme Motifi Üstüne
Gaziantep Taş Kesilme Motifine Bağlı Efsaneler
Gaziantep Efsaneleri- Bir Hayvana Dönüşmek Suretiyle Şekil Değiştirme

Gaziantep Efsaneleri- Bir Hayvana Dönüşmek Suretiyle Şekil Değiştirme

|
Gaziantep'te şekil değiştirme motifinin bulunduğunu görmekteyiz. Zor durumdan kurtulma dileği ya da cezalandırma amacıyla gördüğümüz şekil değişiklikleri, insandan ayıya, kuşa, kekliğe, kaplumbağaya ve şempanzeye dönüşmek şeklinde gerçekleşmektedir. Bu tür efsanelere geçmeden önce motifleri bakımından farklı özellikler arz eden Bir Güvercin Avı(8) adlı efsaneyi ayrıca incelemek istiyorum. Efsane şöyledir:

1- Avcının biri bir ağaçtaki güvercini vurmak için üç defa nişan alır.
2- Her seferinde ağaçtaki güvercin insan olarak şekillendiğinden vazgeçer.
3- Hayal gördüğünü zannederek dördüncü defa da tetiği çeker, ancak hemen bayılır.
4- Avcıya nefes etmesi için Gazali 'ye götürürler.
5- Yolda ayılan adamı karşısında gören Gazali, göğsünü açarak, "Bak beni ne hale koydun," der.

Gaziantep'te avcılar güvercinleri avlamaz, onları Gazali'nin koruduğuna inanırlarmış. Gazali'nin Gaziantep'te yaşamış olduğuna dair gerek yazılı kaynaklarda, gerekse halk arasında bilgi ve rivayetler mevcuttur. Türbesinin de Antep kalesinin burçlarının birinin içinde kapıya inen yolun hemen başladığı yerde bulunduğu söylenmektedir. Kayacık Semtinde Gazali sokağı, Yazıcık semtinde vaktiyle bulunan Hamam Gazal ve benzeri bilgiler de Gazali'nin Gaziantep'te yaşadığı rivayetini kuvvetlendirmektedir. Bu efsaneden anlaşıldığına göre Gazali, istediği zaman insan, istediği zaman güvercin kılığına girebilmektedir. Bu efsanedeki şekil değiştirme motifinde bir süreklilik yoktur. Halbuki efsanelerdeki şekil değiştirme motifinde süreklilik vardır. Efsane bu yönüyle masal motifi taşımaktadır. Masallardaki şekil değiştirme motifinde süreklilik bulunmaz. Masal kahramanı diyelim ki kuşa dönüşebiliyorsa kimi zaman kuş, kimi zaman insan olarak karşımıza çıkabilir. Veya hangi şekle dönüşebiliyorsa dilediğinde insan olarak ortaya çıkabilir. Bu şekildeki şekil değiştirme motifi tespit ettiğim bir çok Gaziantep masalında da mevcuttu. Şekil değiştirme motifinin bulunduğu diğer efsanelerdeki şekil değiştirme sebebi bu efsanede görülmez; burada bir keramet söz konusudur. Şekil değiştirme, bir din büyüğünün kerameti olarak gerçekleşmektedir.

Efsane kahramanının keramet sebebiyle dilediği kılığa girebildiği bir başka Gaziantep efsanesi de bir başka ermiş kişi için , Hacı baba için anlatılan efsanedir. Gaziantep halkının adak ve ziyaret yeri olarak da gittiği, Hacı Baba semtinde bir türbesi bulunan Hacı Baba (9) ile ilgili efsaneye göre de Hacı Baba çirkin, üstü başı yırtık bir kişi iken bir pencerede görerek aşık olduğu kızın kendisiyle alay etmesi üzerine keramet göstererek, önce kentin sönen ışıklarını ağzından çıkan bir kıvılcımla yakar, sonra da silkinerek çok yakışıklı bir delikanlıya dönüşür.

Gaziantep'te hayvanlar için anlatılan efsanelerde görülen şekil değiştirme şu sebeplerle gerçekleşmektedir:

A. Kötü huylar (yalan ve hile)
B. Utanılacak veya güç bir durumdan kurtulma.

A. Kötü Huylar: Bu efsanelerde efsanedeki hayvan vaktiyle insandır ve kötü bir davranışı üzerine hayvana dönüştürülerek cezalandırılır. Biçim ve özelliğinde o kötü huyunu çağrıştıracak bir hususiyet taşır.

Şempanze
a. Şempanze vaktiyle boyacılık eden bir insandır.
b. Yalan söylediği için Allah'ın öfkesine uğrayıp şadıya (şempanzeye) dönüşür.
c. Bu arada kırmızı boyalı elini arkasına sürdüğü için arkası o rengi alır.

Kaplumbağa (tosbağa)
a. Kaplumbağa Arasa' da alım satımda çalışmaktadır.
b. Tahıl ölçerken hile yaptığı için ölçeği başına geçmiş ve kaplumbağaya dönüşmüştür.

Kaplumbağa ile ilgili olarak Kahramanaraşlı bir hanımdan dinlediğim bir efsane şöyledir : Kaplumbağa vaktiyle genç bir gelinmiş. Bu gelinin hırsızlık yapmak gibi kötü bir huyu varmış. Bir gün evden hırsızlayıp çalmak için çelikle buğday ölçüyormuş. O esnada kayın pederi görmüş. Gelin çok utanmış. Utancından ve saklanma isteğinden çeliği başına geçirmiş ve kaplumbağaya dönüşmüş. (12)Efsanenin Gaziantep ve Kahraman Maraş varyantlarında kötü bir huy dolayısıyla cezalandırılma söz konusudur. Her iki varyantta da kaplumbağanın şekline uygun olarak bir ölçü aletiyle yapılan eylem söz konusudur.

Keklik
a. Kafirlerin elinden kaçarak bir kavağa saklanan Hz. Ali'yi keklik görerek haber verir.
b. Kafirler Hz. Ali'yi bulup yaralarlar, keklik de kanından içer.
c. Allah, bir insan olan kekliği kuşa çevirerek cezalandırır. Cezalandırılma sebebiyle kuşa dönüştürülmede genel olarak kuşlar daha az, diğer hayvanlar daha fazladır. İnsan asıllı kuş efsanelerinin pek çoğunda, kuş olup uçma bir kurtuluş yolu olarak karşımıza çıkar. Belki de insan, gökleri bir uçtan bir uca fethe çıkabilen kuşlara gizliden gizliye bir imrenme duyduğu içindir.

B. Utanılacak Bir hal veya Güç Bir Durumdan Kurtulma : Bu tür efsanelerde efsane kahramanı utanç verici bir durumdan kurtulmak için şekil değiştirmeye razı olur veya zor bir durumdan bir hayvana dönüşerek kurtulur. Bu durum kimi zaman efsane kahramanının dileği sonucu gerçekleşirken kimi zaman da böyle bir dilek bulunmaz.

1- Kendi duası ile şekil değiştirme:
Ayı
a. Ayı aş ermekte olan hamile bir kurt gelini imiş.
b. Canı kebap ister, ölen bir katırın etini kebap edip yerken kayın pederi tarafından görülür.
c. Utancından hayvan olmayı diler, ayı olup dağa çıkar.

Tavşan
a. Tavşan vaktiyle eşekmiş. İnsanların elinden eziyet çektiği için "Allah'ım ne olur beni bu halden kurtar" diye dua etmiş.
b. Duası üzerine tavşana dönüştürülmüş. Kulaklarının uzunluğu ve etinin ötürüğü bundanmış.

2- Herhangi bir dilekte bulunmadan şekil değiştirme

İbibik
a. Genç bir gelin olan ibibik aynanın karşısında saçını tararken kayın pederi tarafından görülür. Çok utanır.
b. Allah da onu ibibik kuşu yapar. Başındaki kepez o tarağı imiş.

Ayı ve tavşan ile ilgili efsanelerde utanılacak durumdan veya eziyetten kurtulmak için efsane kahramanlarının şekil değiştirmek istediklerini bu dileğin gerçekleştiğini görmekteyiz. İbibik kuşu ile ilgili efsanede gelinin bir dileği olup olmadığı kayıtlı değildir. Sadece çok utandığı belirtilmektedir. Hayvanlarla ilgili şekil değiştirme motifinin söz konusu olduğu bu efsanelerde efsane kahramanı insandan hayvana dönüşürken tavşanda farklı bir durum vardır, burada hayvandan hayvana dönüşmek söz konusudur.

Gaziantep efsanelerinde gördüğümüz herhangi bir hayvana dönüşmek suretiyle gerçekleşen şekil değişiklikleri Anadolu'da ve Türk dünyasında rastladığımız benzerleriyle paralellikler gösterir. Sivas'ta taranırken kayın pederi tarafından görülen gelinin kuş olmak istemesi, Azerbaycan'da başını yıkarken kayınpederi tarafından görülen gelinin kuş veya taş olmayı istemesi örneklerinde olduğu gibi. Efsanelerdeki olaylar, aile hayatı, toplumun değer yargıları, kişilerin toplum içerisinde aldıkları rollerle ilgili önemli ipuçları taşırlar. Bunu yukarıdaki efsanelerin kimilerinde net bir şekilde görmekteyiz. Yukarıdaki ibibik kuşu ve ayı ile ilgili efsanelerde utanma üzerine şekil değiştiren taze gelinin, bu durum, yaşı ve aile içindeki rolüyle yakından bağlantılıdır. İşte efsanenin mantığı...Gaziantep efsanelerinde bir hayvana dönüşmek suretiyle görülen şekil değişiklikleri tek şekle dönüşmek şeklindedir . İncelediğim bu efsanelerde birbirine bağlı şekil değişiklikleri söz konusu değildir. Gaziantep'te hayvanlarla ilgili olarak anlatılan benim ulaşıp tespit edebildiğim efsaneler içerisinde şekil değiştirme motifine yer verenler bunlardır.

Gaziantep'te hayvanlarla ilgili olarak anlatılan daha pek çok efsane vardır. Yılan, serçe, kumru, yarasa, tavus kuşu gibi hayvanlarla ilgili olarak anlatılan bu efsaneler o hayvanların yaradılışları ve hususiyetleri bakımından açıklayıcı mahiyet taşımaktadırlar.

ilgili yazılar
Gaziantep Efsanelerinde Şekil Değiştirme Motifi Üstüne
Gaziantep Taş Kesilme Motifine Bağlı Efsaneler
Gaziantep- Herhangi Bir Tabiat Varlığına Dönüşme Efsaneleri

Gaziantep Taş Kesilme Motifine Bağlı Efsaneler

|
A) Taş Kesilme Efsaneleri

Şekil değiştirme motifinin yer aldığı efsanelerde taş kesilme motifi önemli yer tutar. Bu tip efsanelerde efsane kahramanı ya da kahramanları bir suç ya da günah sebebiyle Tanrı tarafından cezalandırılarak veya bedduaya uğrayarak taşa dönüştürülürler. Bu, bazen bir dilek sonucu da gerçekleşebilir. Değirmenli Dede adlı efsanede efsane kahramanı cezalandırılarak taşa dönüştürülür. Efsanenin motifleri şöyledir;

1- Değirmenli Dede'nin değirmeninin yanındaki pınarın suyu kutsaldır.
2- Pınarın suyunun kutsal olduğuna inanmayan bir kadın davarlarıyla ve kirli eşyalarıyla suya girer.
3- Kadın, dedenin bedduasına uğrar, davarları ve eşyasıyla beraber taş olur.
4- Değirmenin suyu kurur, dede ortadan kaybolur.

Anadolu' nun pek çok yerinde rastladığımız kutsal suya saygısızlık sebebiyle cezalandırma motifini burada da görmekteyiz. Bir başka cezalandırma sebebine bağlı taş kesilme motifini Sözünde Durmayan Çoban adlı efsanede görüyoruz. Efsanenin motifleri şöyledir:

1- Taşlık ve kayalık bir yerde sürüsüyle beraber yolunu şaşıran çoban, kendilerini susuzluktan kurtarırsa Allah'a 7 kurban adadığını söyler.
2- Dilek kabul olur ve bir dereden su kaynamaya başlar.
3- Çoban 7 tane bit öldürerek "İşte sana 7 tane kurban" diyerek Tanrı ile alay eder.
4-Bu saygısızlığı üzerine Tanrı, çobanı sürüsüyle beraber taş eder.

Bir çok bölgede benzerlerini gördüğümüz bu efsanede de sözünde durmamak ve Tanrı ile alay etmek sebebiyle taş kesilme motifini görmekteyiz.

Nizip'in batısında bulunan Taşbaş denilen tepede bulunan ve insan siluetini andıran taşlar için şu efsane anlatılır:

1- Odun toplamak için bir tepeye çıkan yedi kız kardeş, kendilerine doğru gelen kötü niyetli yedi atlıdan korkarlar.

2- Kızlar, atlıların taş edilmeleri için Allah'a dua ederler.

3- Kızların duası kabul olur ve atlılar taş olurlar.


Bu efsanede, kötü niyetli olan kişiler, savunmasız kişilerin bedduası üzerine taşa dönüşmektedirler. Kötü niyetli insanlardan kurtulmak için yapılan dua üzerine taşa dönüşme motifinin bulunduğu bir başka efsane de Nizip Eren Köyü'ndeki Aşık Taşı için anlatılan efsanedir:

1- Evlenmelerine aileleri tarafından izin verilmeyen iki genç kaçarlar.
2- Fırat'ın kıyısından karşıya geçerlerken kızın ailesi yetişir.
3- Delikanlı taş olmaları için dua eder.
4- Delikanlı ve kız bulundukları yerlerde taşa dönüşürler.

Nizip'e bağlı kale Meydanı Köyü'nde Fırat'ın kıyısında Aşığın Başı denilen bir yer vardır. Burada kıyıda bulunan kaya parçası için şu efsane anlatılmaktadır:

1- Birbirini seven iki genç, kızın ailesi evlenmelerine izin vermediği için kaçmaya karar verirler.
2- Fırat'ın kıyısına indiklerinde kızın ailesi yakalar ve kızlarını alırlar, oğlan yüzerek karşı kıyıya geçer.
3- Oğlan taş olmayı diler ve Fırat'ın diğer tarafında taş olur.

Nizip'ten tespit edilmiş olan yukarıdaki ilk iki efsanede zor durumdan kurtulmak için taşa dönüşmeyi görüyoruz. Böyle bir durum üçüncü efsanede de sezilmektedir. Ancak, Taşbaş efsanesinde kötü niyetliler taşa dönüşmektedirler, Burada bir beddua söz konusudur. Aşık Taşı Efsanesi ile Aşığın Başı Efsanesinde efsane kahramanları zor durumdan kurtulmak için taşa dönüştürülmelerini dilerler. Âşığın Başı efsanesinde de bir anlamda zor durumdan kurtulmanın söz konusu olduğu anlaşılmaktadır.

Yurdun uzak köşeleri arasındaki meydana gelen efsaneler gösteriyor ki efsaneler her ne kadar mekana bağlı ise de dolaşarak yeni mekanlara yakışabilmektedirler. Yukarıda Nizip'ten tespit edilmiş olduğunu belirttiğim iki sevgilinin anlaşarak kaçması motifinin bulunduğu efsaneler de, taş kesilme motifine yer veren efsanelerin genel olara en fazla rastlanılanlarındandır.


ilgili yazılar
Gaziantep Efsanelerinde Şekil Değiştirme Motifi Üstüne
Gaziantep Efsaneleri- Bir Hayvana Dönüşmek Suretiyle Şekil Değiştirme
Gaziantep- Herhangi Bir Tabiat Varlığına Dönüşme Efsaneleri

Gaziantep Efsanelerinde Şekil Değiştirme Motifi Üstüne

|
(Araştırma : Yrd. Doç. Dr.Behiye KÖKSEL)
Gaziantep efsaneleri üzerinde bugüne kadar herhangi bir bilimsel çalışma yapılmamıştır. Gaziantep gibi halk kültürü ve edebiyatı bakımından oldukça zengin olan bir bölgede , halk edebiyatının en önemli türlerinden biri olan efsaneler , bazı değerli araştırmacılar tarafından derlenerek yazıya geçirilmiş olmakla birlikte, bunlar üzerinde bilimsel bir çalışma yapılmamış olması önemli bir eksikliktir. Gaziantep efsaneleri üzerine yapmakta olduğum çalışmaların bölgeye dikkat çekerek yapılacak çalışmalara bir kapı açacağı ümidi ve dileğindeyim. Efsanelerde en önemli motiflerden olan şekil değiştirme, efsane kahramanının taşa, herhangi bir hayvana veya herhangi bir tabiat varlığına dönüşmesi şeklinde gerçekleşir.

Gaziantep efsanelerinde şekil değiştirme bir kaç değişik sebeple olmaktadır:

A. Cezalandırma: Efsane kahramanı veya kahramanları işledikleri bir suçtan veya günahtan ötürü cezalandırılma amacıyla Tanrı tarafından taşa veya herhangi bir hayvana dönüştürülürler.
B. Beddua: Efsane kahramanları herhangi bir kişinin bedduası üzerine taşa dönüşebilir.
C. Keramet: Efsane kahramanı keramet sahibi olup istediği zaman hayvana dönüşebilmektedir.
D. Utanma, güç durumdan kurtulma, dilek: Efsane kahramanı utanılacak bir durumdan veya güç durumdan kurtulmak için ikili ya da tek dilek diler. Dileği sonucunda şekil değiştirir.

Şekil değiştirme motifine bağlı Gaziantep efsanelerini üç gurupta toplamak mümkündür:

A. Taş kesilme motifinin bulunduğu efsaneler.
B. Bir hayvana dönüşme motifinin bulunduğu efsaneler
C. Bir tabiat varlığına dönüşme motifinin bulunduğu efsaneler

ilgili yazılar
Gaziantep Taş Kesilme Motifine Bağlı Efsaneler
Gaziantep Efsaneleri- Bir Hayvana Dönüşmek Suretiyle Şekil Değiştirme
Gaziantep- Herhangi Bir Tabiat Varlığına Dönüşme Efsaneleri

Şeyh Bilecen ve Memik Dede Efsanesi

| Cumartesi, Nisan 26
Aşağıda yer alan iki efsane islam coğrafyasında velilerle ilgilidir. Aynı anda iki yerde olmak veya ışık hızında bir noktadan diğerine gidebilme, mekanda yolculuk edebilme üzerinedir. Biz yıllardır bunları kerametlere bağladık kimini de insanların hayal gücüne verdik Zaman ve mekanda yolculuk yapılabilmiştir bilinmez. çünkü bilim henüz bu konuda son sözünü söylememiştir. Başta İngiltere olmak üzere bazı ülkelerde ışınlanma çalışmaları yapılmakta ingilizlerin bir nesneyi bir kaç santim ötesine götürdüğünü duymuştuk. Bilim henüz bu yolculukları kanıtlayacak buluşlar yapmasa da islam dininde veya başka inançlarda bu tür yolculuklar anlatılmaktadır.

Şeyh Bilecen efsanesi

Şeyh Bilecen; Gaziantep ilinin Oğuzeli ilçesine bağlı, eski adı Şıhbilecen olan bugün ise Arslanlı olarak adlandırılan köyde yaşamıştır.

O, köyün zenginlerinden bir ağanın yanında çalışırken yılın birinde ağası hacca gider.
Ağası hactayken eşi ağanın çok sevdiği yemek olan içli köfte yapar. Eşinin de orada olmasını arzu ettiği sırada Şeyh Bilecen içli köfteleri bir mendilin içine sararak hactaki ağasına ulaştırır.

Hac dönüşü ağanın elini öpmeye gelen köylülere ağa, Şeyh Bilecen’i göstererek onun elini öpmelerinin daha doğru olacağını söyler. O sırada Şeyh Bilecen kaybolur

Saim Sakaoğlu'nun "101 Anadolu Efsanesi"


Memik Dede Efsanesi

Memik Dede; Gaziantep’in köylerinden birinde, köyün zenginlerinden birinin yanında çalışırken ağası hacca gider. Ağa hactayken, ailesi ağanın çok sevdiği yemek olan içli köfteyi yaparlar. Ağanın da olmasını arzu ettikleri sırada Memik Dede bir tabakla içli köfteyi alır ve biraz sonra boş tabakla geri döner. Ağa hactan döndükten sonra tarlada çalışan Memik Dede’nin elini öpmeye yakınlarıyla beraber gittiğinde Memik Dede elindeki değnek ile yere vurur ve kaybolur.

Çiğdem Turgay - Atilla Turgay “Anadolu-Türk Efsaneleri Üzerinde Psiko-Sosyal Bir Çalışma”

Yukarıda ki efsaneler benzer diğer efsaneler de şunlardır

Karslı Keloğlan (helva); Kağızman’dan Hacı Kağızman (helva); Erzurum’dan Ahmet Baba (helva); Tunceli’den Munzur Baba (helva), Orta Anadolu’dan Hacı İbrahim Devletlü (yemek) ve Yuanis (pilav ya da mantı); Koçarlı’dan Bilal Dede(helva); Sungurlu’dan Ali Baz (helva)
parantez içindekili yiyecekler hacc'daki ağalarına götürdükleri yiyeceklerdir.


Denizli'nin Kız Evliyası

|
FATMA YILDIZ HATUN

Türklerin Haçlı Seferleri sırasında, yurt uğrunda gösterdikleri yiğitlikler savaş destanlarıyla süslüdür. Haçlılarla yapılan çatışmalarda, Selçuklu Sultanı Birinci Mesud’un öncü birliklerine, Denizli Türkmen oymaklarından Fatma Yıldız Hatun adlı kız da katılmıştır. En namlı yiğitlerden daha çevik ata binen, ok atan, kılıç sallayan bu kız, Haçlılarının Anadolu’ya üşüştükleri yıllar, bütün Türkmen oymaklarını ayaklandırarak çevresinde toplamış, onlarla birlikte Selçuklu ordusuna katılmış, yapılan savaşlarda büyük yararlıklar göstermiştir. Tarihçilerin Türk Jean Darc’i adını verdikleri Fatma Yılmaz Hatun’un kahramanlıkları, bugün hâlâ dillere destandır. Ona kız Evliya da derler. Adına bir türbe de mevcuttur.

Gelin Dilek Tutma Taşı

|
Geçmiş bir zamanda güzeller güzeli geç bir kız, gönlünü köyün çobanına kaptırmış. Ama talihsizliktir ki köyün beyinin oğlunun da kızda gözü vardır. Bir gün evlilik hazırlıklarında olan kız atla nişanlısı olan çobana yemek götürürken yolda arkasındaki beyin oğlunun atıyla ona doğru geldiğini görür. Kız başına gelecekleri anlamıştır. Kendini çobandan başka birine yar etmemek için tanrıdan ona yardım etmesi için dua eder ve " Tanrım taş olayım ama beni bu beyoğluna yar etme" der. O arada kızın duası kabul olur ve oracıkta atı ile birlikte taşa dönüşürler. O günden bu yana yeni gönlünün muradına eren gelinler bu kayaya gelerek evlilik yaşantılarında mutlu olmak için buraya gelerek tanrıdan dilekte bulunurlar. Bugün bile genç kızlar Karahayıt kasabasında bulunan bu kayaya gelip ziyaret ederler.

Pamukkale Efsanesi

| Çarşamba, Nisan 23
Bir yöre ile ilgili tabii ki bi sürü efsane, hikaye var. Bloğumuzda Pamukkale ile ilgili 1 efsanemiz vardı. Şimdi 2 oldu. Caanım Pamukkale'de küçüklüğümüzden beri çok güzel günler yaşadık ve bence Pamukkale hâlâ dünyanın en doğal güzelliklerinden biri..

Eşsiz güzellikteki çoban Endymion, sürüsünün ortasında uyurken Ay tanrıçası Selene, işte bu alanda ona doğru inmişti. Çoban, Selene ile beraberliklerinin mutluluğu ile ineklerini sağmayı unuttuğundan, bol miktardaki sütleri etrafa dökülüp yayılmıştı. Yerdeki süt, uzaktan bakılınca, hala, döküldüğü yerde durmakta ve bu manzara insanları hayal alemine götürmektedir. Fakat biraz yaklaşınca, bunun akmakta olan fakat birdenbire soğuğa yakalanıp donan bir su olduğu düşünülür. Tamamen yanına gidince ise bunun bir hayal olduğu, görünen şeyin bir taş tabakasından başka bir şey olmadığı anlaşılır . İşte bu tabaka eşsiz travertenlerdir...

Denizli'nin Gül Hikayesi

|
Gülü sevmeyen var mıdır acaba? Her rengi farklı farklı anlamlar taşıyan, kokusuyla bizi kendimizden geçiren,açmamışı bile türlü türlü güzellikler vaadeden gülden daha has, daha başka, daha özel bir çiçek var mıdır acaba?

Denizlimizde gül bir başka güldür. Kokusu ve rengiyle bize has olan bu güle "Bahtiyari" denir. Tek bir daldan, yedi kere, irice açan bu gülü yetiştirenler mutlu sayılırlar. Söylentilere göre bir zamanlar Denizli Beyi'nin sarayındaki hasbahçede bahçıvan olan Bahtiyar, beyin fidan boylu, gül endamlı, güzeller güzeli kızına tutulmuş. Muradına eremeyince de, yüreğinin ateşini güllerin rengine, aşkının alevini de kokularına aşılamış. Bunlar solmasın diye, gece gündüz özene bezene güllerini dört mevsim açtırmış. Her mevsim de taze tutmuş. Bahtiyar muradına erememiş ama, ondan sonra Bahtiyar gibi gül yetiştirenler muratlanmış, evinde bu gülü bulunduranların oğlu varsa evlenmiş, kızı varsa koca bulmuş. Bu inanç. Denizli'de gül eğlenceleriyle sürmüş, gül demetlerinin çevresinde kızlar halay çekerken, erkekler zeybek oynamışlar.

Bizim şehrimizde en lüksünden en sadesine kadar her evin bahçesinde mutlaka ama mutlaka bir gül ağacı bulunur. Bu güller o evde yaşayanın maddi durumuna göre yemyeşil çimlerin ortasında pembe, kırmızı, açık pembe mendiller takmış genç kızlar gibi de olabilir, eski yağ tenekelerinden yapılmış saksıların içinde de olabilir. Ama mutlaka vardır. Hatta eski evsahibimin tek renkle yetinmediğini, aşılama yöntemi ile bir gül ağacında bir kaç rengi tutturmayı başardığını biliyorum. Hep GÜLelim olur mu :)

Denizli Adı Nereden Gelir ?

| Pazartesi, Nisan 21
Kendi memleketim Denizli ili ilgili de epey bir efsane mevcut. Buyrun okuyalım ....

Denizli adı, Selçuklular zamanında burada bir şehir kuran Tonguzlu Türken oymağından gelir. Bu ismin zamanla Tonuzlu,Tonguzlu, Tengizli, Dengizli derken Denizli olduğunu tarihçilerimiz söyler. Büyük Türk coğrafyacısı Kâtip Çelebi, suların çokluğu nedeniyle, şehrimize Denizli adının verildiğini söyler. Haklıdır da. Zira çocukluğumda bir çok inşaatın başlaması, yerin altından çıkan su nedeniyle sekteye uğramıştır. Elbette günümüzde global sorunlardan şehrim de etkilendi ve yerin altından artık eskisi gibi su çıkmıyor.

Deniyor ki şehrimizin bulunduğu bölgede bir iç deniz varmış aslında. Ve bu denizin kıyısında fakir bir balıkçı ile yaşlı anacığı yaşarmış. Çocuk balığa gider, anacığı da onun yolunu gözlermiş. Bir gün oğlu yine çıkmış balığa. Derken bir fırtına bir alabora. Genç balıkçı kayığı ile ortadan yokoluvermiş. Anacığı üzüntüden ah etmeye başlamış;

Üstün dağ taş altın ataş olasın deniz . . .

Ataşla taş arasında kalasın deniz...

Senin yüreğin benim gibi yansın

Dumanın çıksın,suyun kaynasın!..



Ana ahı elbet bu. Yerde kalır mı? Koca deniz ortadan yokoluvermiş. Yer yer sular kaynamaya başlamış. Ve yeni bir şehir doğmuş. İşte burası Denizli imiş.

Şehrimizin batısında Kızıldere yöresinde 300 metre derinden fışkıran su buharları, balıkçının anasının yakarışları kadar yakıcıdır. Bölgedeki kaplıcalar, sıcak sular da ateşler kadar yakıcıdır. Bu suların en güzeli ve en şifalıları ise Pamukkale’dedir.

Benim Kumru Efsanem

| Pazar, Nisan 20
Küçükken babaannemin yanına köyümüze giderdik. Günler uzun ve yapacak işimiz olmadığından öğleden sonraları mutlaka uyurduk. Uykuya dalmadan evvel ablamla pencerenin pervazına veya tahta balkonumuza gelen kumrulara perdenin arkasından gizli gizli bakar, attığımız yemleri nasıl yediklerini gözlemlerdik. Her birini çok severdik ve boyunlarındaki halkalardan ziyade söyledikleri şarkı ilgimizi çekerdi: "Guguk guk gum döktük, guguk guk yağ döktük" şeklinde şarkı söylüyor olduklarını düşünür ve o sessiz, sıcak ve uzun yaz öğleden sonrasında bu ninniyle uykuya dalardık. (Ki bazıları da kuşun "Yusufcuk" dediğini düşünürdü) Annem biz küçükken kumru efsanesini şöyle anlatırdı:

"Eskiden birbirine aşık bir çift varmış. Çiftlerden biri sevdiğinden istemeden ayrılmış ve işlemediği bir suç yüzünden boynuna ip geçirilerek öldürülmüş. Kumruların boynundaki siyah kolye buna işaret edermiş. Yalnız kalan diğer sevdalı ise bir daha eş edinmemeye yemin etmiş ve kumru olup göklere uçmuş."

Birbirini çok seven sevdalılara "Kumrular gibi" denmesinde belki bunun payı olmuştur. Ancak sevdiklerini kaybeden kumruların bir daha eş edinmemesi ve yalnız başlarına kanat çırpması ve "Arpacı kumrusu gibi ne düşünüyorsun? " diye sorulmasında bu söylencelerin payı vardır diye düşünüyorum. Teşekkürler sevgili annem Nurten Hanım. İyi ki çocukken bize bu söylenceyi anlatmışsın, iyi ki unutmamışım, 25 yıl sonra bellekten çıkarıp paylaşmak bana da iyi geldi doğrusu.

YAVUZ SULTAN SELİM' İN TÜRBEDARI

|

Geçen hafta annem bizi kahvaltıya çağırmıştı. Çaylarımızı içerken konuşmaktan da geri durmadım. Anneme, kardeşime ve enişteme bloğumuzda da yer alan Padişahın İşi Ne? Nalıncı isimli hikayeyi anlatmaya başladım. O hikaye en sevdiğim hikayelerden biridir. Hikayenin sonunda hepimizin tüyleri diken diken oldu ama dayanamayıp bloğumuzda yer alan Habib Baba hikayesini de anlattım. Kardeşimin eşinin aklına da Yavuz Sultan Selim’in Türbedarı isimli hikaye geldi. O da onu paylaştı. Zaten duygu bakımından hazır olan annem bu hikayedeki türbedarın hamile karısının halini duyunca dayanamadı ve ağlamaya başladı. Üzülme annem annem, kıssadan hisse hikayeleri bunlar ama paylaşmaktan da geri kalmayalım diyerek Sultan II. Abdülhamid Han zamanında geçen bu olayı Karabaş Baba Efsanesini de hatırlattığı için şimdi de sizinssanıza sunuyorum. Annem gibi fazla hislenip ağlamayın ha:)

YAVUZ SULTAN SELİM' İN TÜRBEDARI

Yavuz Sultan Selim’in türbedarının eşi hamiledir ve canı kiraz çeker. Ve eşine “Canım kiraz çekiyor, bana bir kilo kiraz al da gel” der. Adam çarşıda arar tarar. Kiraz bulur bulmasına da çok pahalıdır. Üstelik bir meteliği bile yoktur ki o kirazı alabilsin doğmamış bebeğine yedirebilsin. Döner dolaşır ve kiraz alamadığı için canı sıkkın olarak türbenin başına gelir. Ve sandukaya vurur : Ey büyük padişak. Sen ki cihanları fethettin. Ben killardır senin türbedarlığını yaparım. Amma lakin senin bir himmetini görmedim.” der.
Üzüntü içinde evine gider ve kiraz alamadığı için eşi de üzgündür haliyle. Sabah olduğu vakit kapıya iki asker dikilir. “Sultan Hazretleri derhal sizi beklerder ve daha fazla bekletmek olmaz diyerek korku içinde Sultanın huzuruna çıkar. Sultan Abdülhamid Han, türbedarı tepeden aşağı süzer. Sonra, kelimelere basa basa fakat yumuşak bir eda ile sorar :
Ceddim Yavuz Sultan Selim Han’ın türbedarı sen misin ?
Adam zorla cevap verir :
Evet Sultanım !”
Söyle bakalım dün türbede neler oldu? Derdin nedir ? Bir meselen olmalı ?”
Adamın aklından bir sürü şey geçer.
Neyi kast ediyor acaba? Hangi derdimi soruyor?”
Şaşkın ve ürkek bir eda ile :
“Sultanım bir şey olmadı, bir derdim de yoktur, sağlığınıza duacıyım.”
Abdülhamid Han, hem sesini yükseltir hem de sertleştirir.
Türbedar efendi ! Sana söylerim. Dün türbede neler oldu, meselen nedir, ık söyle !”
Bir şeyler hisseder gibi oldu ama söylemeye cesaret gerek. Hadiseyi anlatır:
“Sultanım, karım hamile. Benden kiraz istedi. Çok pahalı olduğu için alamadım. Bunun için de velinimetim Sultan Selim Han’ın sandukasına dokundum, “Bir himmetini görmedim.” dedim .
İki tarafta da derin sessizlik….
Neden sonra daldığı alemden çıkan Abdülhamid Han, söylenmeye başlar:
“Sen orda dedemin sandukasına vurdun, o da burada sabaha kadar benim başıma vurdu. Al şu bir kese altını, bir daha da böyle şeyler için dedemi rahatsız etme, doğruca bana gel !”
Bundan sonra emir subayına dönen Abdülhamid Han :
“Selim Han’ın türbedarının maaşı iki misline çıkarılsın, sıkıntıdan kurtulsun. Bir derdi olunca da hemen bana gelmesine izin verilsin.”

Karabaş Baba Efsanesi

| Cumartesi, Nisan 19
Kosava'nın Prizren şehrinde bulunan Karabaş Baba Türbesi ile ilgili olarak şu efsane anlatılır.

Malta’da esir olan bir kişinin rüyasına, Prizren’de öldüğü zaman oturduğu evin arka bahçesine gömülen sonra da mezarı üzerine demirci dükkânı yapılıp mezarı kaybolan Mustafa efendi girer.

Yattığım yerde rahat değilim, başımın üstünde devamlı demir dövülüyor. Burada devamlı gürültü var. Senin vazifen beni Prizren’de yattığım mezardan
çıkarıp kent kabristanına defnetmektir
.” der.

Esir, bunu hayretle karşılayıp, sürgünler kampından nasıl çıkarım diye karşılık vermiş. Mustafa Efendi:
Sen gözlerini kapa ve yoluna koyul. Ardına hiç bakmadan yoluna devam et.
Bunu yerine getirmeye başladığın andan itibaren hiçbir engelle karşılaşmayacaksın. Sana Allah yardımcı olacaktır
.” demiş.


Mustafa efendinin söylediğini yerine getiren hükümlü kendini Pirizren’de çeşme başındaki büyük kaya üzerinde bulmuş. Camiden çıkan müminler onunla ilgilenince başına gelen ve kendisine verilen görevi anlatmış. Rüyasında tasvir edilen yere polisleri de alarak gelmişler. Demirci dükkânındaki örsü çekip altındaki toprağı kazınca cesedi bulmuşlar. Başında kara bir nişan olduğu için ona Karabaş demişler. Hükümlünün rüyasında tasvir edilen yere götürüp bugünkü kabrine defnetmişler. Daha sonra da bir türbe yaptırmışlar

Altay Suroy Receboğlu, Balkanlarda Türk Efsaneleri

Hz İbrahim ve İğde Ağacı

|
İğde ağacı neden eğri büğrüdür ve dikenlidir ...

Nemrut Hazreti İbrahim'i ateşe atmaya karar verir. Büyük bir ateş yaktıracak ve İbrahim'i içine atarak diri diri yakacaktır. Nemrutun adamları ateşin yakılabilmesi için ağaç toplamaya başlarlar. Fakat pek çok ağaç böyle uğursuz bir iş için yanmaya razı olmaz.

Ateşin büyük olması için odun toplayıcılar uzun ve düzgün ağaçları tercih ederler. O zamanlar uzun ve pürüzsüz olan iğde ağacı bu işe gönüllü olarak talip olur. Çevredeki iğde ağaçlarını hep keserler ve ateşe atarlar. Bir ara ateş o kadar büyür ki Hz. İbrahim'i atmak için yanına yaklaşamazlar. Hemen bir mancınık hazırlayıp Hz.İbrahim'i onun vasıtası ile ateşe atarlar.

İbrahim'in düştüğü yerin güzel bir bahçe, ateşin göl ve odunların balık olduğu hepimizin bildiği şeyler. Ama ya iğde ağaçları evet o günden sonra iğde ağaçlarının ne düzgünlüğü kaldı nede dikensizliği… Bugünde iğde ağaçları eğri büğrü ve dikenlidir. Bu yüzdende yakılmak için pek tercih edilmez. Çünkü Hazreti İbrahim, iğde ağacının fazla ısı vermesi karşısında Allaha yalvarmış ve bu ağacın cezalandırılmasını istemiştir. Bu yüzden İğde ağacı eğri büğrü ve dikenlidir.

Karakoyun Efsanesi

|
Urfa'ya bağlı Yaylabağı köyünün korusuna göçebe bir Türkmen beyi çadır kurar. Bunun çok güzel bir kızı vardır. Bu kız köy korusunda sarı saçlarını rüzgara vererek kendi koyunlarını otlatmaya çıkarmaktadır.. Türkmen kızı narin, ince yapılı şirin ve haşin; ay kadar güzel bir kızdır. Yaylabağından bir çobanda yine bu koruda koyunlarının otlatmaktadır. Çoban çok güzel kaval çalmaktadır. O muhitte ondan güzel kaval çalmasını bilen yoktur.

Çoban bir gün koruda koyunlarını otlatırken Türkmen kızını görür ve ona aşık olur. Türkmen kızı da bu sevgiye karşılık verir. Bundan sonra koruda sık sık buluşmaya başlarlar.

Türkmen kızıyla çobanın aşkı kısa sürede köyde dilden dile yayılır. Türkmen beyinin kulağına kadar gider bu söylenti. Çobanı yanına çağırtır. Ona kızını verebileceğini ama bir şartı olduğunu söyler. Bir hafta koyunlarını ağıla kapatacaksın ve onlara tuz yalatacaksın ve sonrada köy halkının gözü önünde köy yakınındaki dereye götürecek ve koyunları su içirmeden dereden çevireceksin eğer başarırsan sana kızımı vereceğim der.

Çoban, beyin şartını kabul eder. Bir haftanın sonunda ahırın kapısı açılır koyunlar yerini çok iyi bildikleri dereye doğru gitmeye başlar. Çoban kavalının alıp çalmaya koyulur. Onun yanık sesini duyan koyunlar bir haftalık açlık ve susuzluğu unutur, suya yaklaşırlarsa da içmeden dönerler. Yalnız bir Karakoyun dereye girer dudaklarını suya değdirir, fakat içmez. Daha sonra başını kaldırıp çobana bakar ,oradan da sürüye katılır. Koyunlardan çok emin olan çoban karakoyunun bu hareketi karşısında bir hayli korkar. Ama sonunda Türkmen beyinin sözleriyle kendine gelir.

Şartımı yerine getirdin sana kızımı vereceğim lakin şu karakoyunu merak ettim neden ağzını suya değdirdi der.


Çoban; “Bu karakoyunun anası çok haşindi etraftaki tarlalara zarar verirdi. Bir gün yine tarlada yakalayıp sopamla beline vurdum işte bu Karakoyun o sırada vakitsiz dünyaya geldi anası da bu doğumda öldü. Bunun için Karakoyun benden intikamını almak istedi. Ama oda kavalımın sesine uyup sürüden ayrılmadı.”

Türkmen beyi çobanın şartını yerine getirdiğini kabul ederek kızını çobanla evlendirir. Kendiside göçebeliği bırakıp Yaylabağı köyüne yerleşir.

Efsanenin Yılmaz çınar tarafından yayınlanmış şekli bu.


Saim Sakaoğlu "101 Anadolu Efsanesi" adlı kitabında aşağıdaki kısım da eklenerek yayınlamıştır.

Delikanlı ile kızın gizli gizli buluştukları gün, bu Karakoyun da tesadüfen onları görür. İki sevgili orada öpüşürler. Bu sahneye şahit olan Karakoyun dudaklarının suya değdirmekle çobanın da kıza dudaklarını değdirdiğini ihsas ettirmek ister aradan bir zaman geçer, köyün çobanları beye gelirler: “Beyim sizin çoban deli galiba. Öğlen sıcağında hayvanları dere tepe dolaştırıyor. Nerede sular, ne eder, akıl sır ermez

Bey bir gün sürüyü takip eder. Çobana görünmeden bir ağacın üzerine çıkıp ne yaptığını gözetler. Az ilerdeki ağaçların altına sürüyü getiren çoban onları sulamak ister. Değneğiyle yere bir çizgi çeker. Çizgi boyunca su fışkırmaya başlar. Hayvanlar sularını içerken çobanda bir gölgeliğe çekilip onları seyre başlar. Fakat ağaca saklanmış olan beyi görür. Sırrının anlaşılmasına çok üzülür. Ve yattığı yerden doğrularak ”ey mübarek hayvanlar; sizde taş olun, bende

Hep birlikte taş olurlar. Bugün oralardan geçenler çobanı ve sürüsünü taşlaşmış olarak görürlermiş.”

alıntı

Şahitler Kayası Efsanesi

| Cuma, Nisan 18
Balkan Türklerinin anlattığı efsanelerden biride Şahitler Kayası Efsanesi'dir

...Şu dağın eteğinde bir köy, köyün de deli dolu bir çobanı varmış. Çobanlığına diyecek yokmuş ama, bir var ki, huyunu suyunu beğenmediklerinin ineğini danasını gütmezmiş. Yıllardan bir yıl, bu köye bir kıran girer. Sürü koymaz kırar geçirir. Köyün ağzını bıçak açmaz. Velakin, bizim deli çobanın güttüğü ineklerden birinin burnu bile kanamaz. İneklerin bir tüyüne bile zarar gelmez.

Elde iyiler çok ya kötüler de yok değil. Çoban, köyün gözü kendi sürüsünün içinde iken “Elemtere fiş, kem gözlere şiş” demeyi akletmez. İneklerden birine nazar değer. Gülsüm Aba’nın ineği buzağıladıktan üç gün sonra “çat” diye çatlar...
Çoban o akşam dağdan dönünce köyün alt başında bu kara haberi alır, neye uğradığını bilmez. Seğirtir oraya gider.

Görür ki ne görsün, sarı inek serilmiş orta yerde yatıyor, yavru buzağı da orta yerde meleyip duruyor. Gülsüm Aba dersen, kanı iliği kurumuş, iki eli böğründe kalmış. Çoban utana sıkıla:

-Gül Aba, Gülsüm Aba! Bir kaza belâ savmışsın, bunla geçmiş olsun. Veren Allah yine verir. Sakın meraklanayım deme. Körpeyi düşünüyorsan, onu da bana bırak. Ben her sabah omuzuma vurur dağa götürürüm onu. Ne sanki yumruk kadar karını var. Sabah bir, akşam iki emerse dişleri otu çöpü kesecek olur der.

Dediğini de eder. Günlerce buzağayı omuzunda götürür, omuzunda getirir yola yokuşa vurmaz. Kendi avucu içinde suyunu içirir, o kadar inek içinde bir yavruyu geçindirir. Dizinin dibinden, gözünün önünden ayırmaz. Buzağı kısa sürede fıstık gibi olur.

Bir öğle vakti otururken gaflet gelip kısa bir süre dalıverir. O ara buzağı takılır bir ineğin peşine tırmanır dağa doğru. Çoban gözünü açınca bunu görür fırlar peşine fakat huysuzlanan inek yanındaki danaya boynuzunu takınca zavallı danayı uçurumdan aşağı yuvarlar. Çoban yetişip danayı ölümden kurtarır fakat dananın bir ayağı kırılır. Gülsüm aba çok üzülür üzüntüsünü belli etmez ama komşuları Gülsüm Aba’nın oğlunu fitlerler.

Oğlan orta yerde ağzına geleni söyleyip çobana bağırır. “Yok inek vurduydu, yok
dağdan yuvarlandıydı, sen bu kavalı kavaklara çal, bu mavalı başkalarına oku, beni kandıramazsın. Mutlak deliliğin tutmuş, bir taş atıp sen kırmışsındır. Hani şahidin? Kim gördü, seni yalancı...
deyince çoban ne diyeceğini şaşırır:

buna şahit der. Sonra başını köyün tepesine doğru dikilen koca dağa kaldırarak:
-Hey dağlar, taşlar! Allah için siz söyleyin, bu böyle olmadı mı? Sarı buzağının ayağını kara öküz vurup kırmadı mı? Diye seslenir.

Olacak olur ya, o anda iki kaya parçası dağdan koparak köyün üstüne doğru
yuvarlanmaya başlamaz mı. Çoban olduğu yerde göğsünü gere gere şahitlerini karşılar ama, ötekiler koydunsa bul yerinde. Pabucunu bırakıp kaçan kaçana. O günden sonra bu dağın adı “Şahitler Kayası” kalır

Prof. Dr. Nimetullah Hafız, Bulgaristan Türk Halk Edebiyatı Metinleri

Sarı kızlar Efsanesi

|
Sarı kızlar Efsanesi Makedonya'da şöyle anlatılmaktadır

Kocacık Kalesi kuşatması günlerce sürmüş, Türkler bir türlü kaleyi İskender Bey’den alamıyormuş. Kuşatma çok çetin geçiyormuş. Hatta öyle bir an gelmiş ki Kocacık Türkleri yenik düşer gibi olmuş. Asker sayısı, savaş araç ve gereci yönünden İskender Bey’le başa çıkamayacaklarını anlamışlar ve umutsuz bir bekleyişe koyulmuşlar.

Bu bekleyiş sırasında ‘Sarı Kızlar’ adıyla anılan iki genç Türk kızı aralarında gizlice bir plan kurarak karanlık gecelerden birinde torbalarına binlerce mum koymuşlar ve Kocacık Yaylasına çıkmışlar. Keçi sürülerinin içine dalmışlar. Keçilerin boynuzlarına binlerce mumu tek tek takmışlar, ardından yakmışlar, keçilerin tümünü yayladan aşağıya kaleye doğru kovalamışlar.

Keçiler koşarcasına gelmişler, kaleye tırmanmaya başlamışlar. Gecenin zifiri
karanlığında ortalığın birden bire aydınlandığını gören Kocacık Türkleri siperlerden çıkmışlar. Saldırıya geçtiğini sandıkları düşmana karşı koymak için karşı saldırı düzenlemişler.

Zaferi nasıl olsa kazanırız inancındaki İskender Bey’in askerleri ise gecenin eğlencesinde içtikleri şarabın da etkisiyle uyudukları yataklarından silah sesleriyle uyanmışlar. Ortalığın gündüzünü andıran aydınlığını görünce şaşırmışlar. Kalenin yandığını sanmışlar ve can korkusuyla:
“Kalâ yandı Mori,
Kalâ yandı Mori,
Yandı Mori...” diye bağrışmaya başlamışlar. Canlarını kurtarmak için sağa sola bilinçsizce saldırarak kaçmaya başlamışlar.

Bu saldırı sırasında kızların kelleleri kesilmiş, fakat kellelerini koltuklarının arasına alan Sarı Kızlar, kaçan İskender Bey’in ve ordusunun peşine düşmüş. Düşman kaçmış, sarı kızlar koşmuş. Bir ara düşman, Türklerin arkadan gelip gelmediğini anlamak için duraksama yapıp arkaya bakmış. Bir de ne görsünler; Sarı Kızlar, başları koltuklarında peşlerinden kanatlanmış kelebek gibi uçarcasına koşmuyor mu. Düşman bu durumu görünce daha büyük korkuya kapılıp arkalarına bakamadan kaçmaya devam etmişler. Türkler tarihte “Kocaceng” diye anılan bu zaferi bu şekilde kazanmışlar.

Kalenin adı o günden sonra Yanbori kalmış. Sarı Kızlar başlarını Kocaceng savaşında yitirmiş ama Allah onlara ermişlik vermiş. Düşman peşinden koşan Sarı Kızlar başlarını terk etmemiş. Sarı Kızlar, düşmanın peşinden bir süre koştuktan sonra Kocacık – Debre yolu üzerinde Karakol mevkii denilen yerde şehitliklerinin son demine ermişler. Nasıl yere düşmüşlerse öyle kalmışlar. Başları koltuklarının arasında bulunmuşlar. Bulundukları yere sonradan bir türbe yapılmış. Bugün adak yeri olmuştur.


kaynak
Numan Kartal'ın Makedonya Efsaneleri-Sarı Kızlar Efsanesi