Geçmişden Günümüze Gelen Efsaneler, Destanlar, Söylenceler, Mitoloji, Hikayeler, Masallar , Türk folklorik motifler, şehirlerin efsaneleri,öyküleri

Sandıklı Adı ve Efsaneler

| Salı, Nisan 16
Her kent için olduğu gibi Sandıklı adı ile ilgili de bır çok efsane vardır.
Sandıklı’nın bulunduğu mevkide eski bir şehir olan sanduka manasına geldiği sanılan Kivatos adlı bir şehrin var olduğu, bu yüzden Aziz Mina'nın sandukası "diye de anıldığı söylenmektedir.
Yine halk arasındaki bazı rivayetlere göre eski Afyon yolu üzerindeki tepelerden birinde eski uygarlıklarda sandukalar içerisinde mücevherat bulunması ile bu ismin verildiği de söylenmektedir.
Araştırmalara göre iki farklı rivayet hasıl olmuştur. İlki Sandıklı ovası dağlarla çevrili gömülü bir sandukayı anımsattığı için bu ismin verildiğidir. İkincisi ise Etiler uygarlığında ilçeye Samuka denildiği için bu ad zaman içinde Sandıklı haline gelmiş olmasıdır.
Sandıklı Selçuklular döneminde Germiyan oğulları beyliğine geçmiştir. Halk
arasında anlatıla gelen şu hikayesi ise hayli yakın bir olasılıktır. Germiyanoğulları, Bizans beylerinin birinin düğün davetine 40 deve yükü 80 sandık hediyesi ile gider. Sandıklar içinde 80 asker saklıdır, böylece rahatça kaleye girerler. Gece yarısı askerler çıkarak Sandıklı kalesini ele geçirirler. Bu olay şehre Sandıklı ismi verilmesine vesile olmuştur denir.
Bir başka hikaye ise Germiyanoğlu beyi Emir Sandık Bey'in İsminden kaynaklanmış olma ihtimalidir.
Halk arasında anlatılan:
Damat, komşu köyden bir kızla evlenmiş ve gelini kendi köyüne götürmek için
yola koyulmuş. Yolda iki eşkıya kesmiş önlerini. Eşkıyalar, gelinin sandığındaki altınlar için, ikisini de öldürmüşler. Kırk yıl sonra, efsaneye dönen bu sandığın peşine iki delikanlı düşmüş. Efsaneye göre gelin, gömüyü çıkarmaya gelen herkese görünür ve korkuturmuş biçimindeki efsane de suları, doğası, doğal güzellikleriyle altın kadar kıymetli Sandıklı adının nereden geldiği üzerine daha pek çok menkıbenin oluşacağı kanısını uyanmaktadır.

Karkın Efsanesi

|
    Çok çok eski zamanlarda Karkın köyü verimli tarlaları bol suları ile ünlü bereketli bir köy imiş. Nüfusu da oldukça kalabalıkmış. Burasının ekinleri bir insan boyunda olup oldukçada bolmuş. Bir yaz günü işlerin yetişmediği adeta güneşle yarışın edildiği böyle bir günde köyden bir kadın küçük bebeğini sırtına sararak ekin biçmeye gitmiş. Ağustos’un o yakıcı sıcağında elinde orakla başlamış ekin biçmeye.
Ağaç gölgesindeki salıncakta uyuyan bebek ise bir zaman sonra uyanarak bağırmaya, ağlamaya başlamış. Koşarak bebeğinin yanına varan ana, kucağına alarak emzirmiş ama nafile bebek bir türlü susmuyormuş. Meğer bebek kakasını yapmış. Temizlemeye bez bulamayan kadın eline bir tutam buğday başağını alarak çocuğun altını temizlemiş.
İşte ne oldu ise o anda olmuş. Birden tepesindeki o yakıcı güneş kararmış, kara kara bulutlar öbek öbek kaplamış gök yüzünü.
Gök avazı çıktığı kadar gürlemeye başlamış. Şimşekler çakarak ortalığı bir velveleye vermiş. Sanki gök delinmiş de yağmurla birlikte taş yağmaya başlamış. Dereler coşup taşmış,yayla da koyunlar kuzular telef olmuş. İnsanlar feryatlar içinde oldukları yerden bile kımıldayamadan çamura gömülerek boğulmuşlar.Kimseyeye kötülüğü dokunmayan,iyi kalpli insanlar ise yüksek tepelerde bulunan mağaralara saklanmışlar. Koskoca köy kaşla göz arasında telef olup gitmiş. Meğer yaratanın nimetine yapılan saygısızlığın bir cevabıymış.
Tufandan geriye yalnızca bir avuç insan kalmış. İşte bu köyün adı da o günden sonra gark olunan yer anlamına gelen Karkın olarak söylene gelmiş.
Bu efsaneden dolayı olsa gerek bu köyde nimete asla saygısızlık ve kusur
edilmez.

Gelin Kayası Efsaneleri

|

Malatya’da anlatılan Gelin kayası efsanesi

   Malatya, Bahçekapı kasabasının Aslantepe denilen yerde gelin alayını andıran kayalar vardır. Çevre halkının Gelincik Kayaları dediği bir taş yığını üzerine anlatılan efsaneye göre:
Bir zamanlar Malatya Aslantepe’de kızıyla birlikte yaşayan fakir bir kadın varmış. Kız ise güzelliği dillere destan melek gibi bir şeymiş. Efsaneye göre civarda yaşayan kralın oğlu onun güzelliğini duyar ve âşık olur. Babasını da kandırarak kızı istemeye elçi gönderirler.
Kızı istemeye gelenler kıza kabul edip etmeyeceğini sorarlar. Kız anasına sormadan ve kendisi giderse onun burada yalnız başına ne yapacağını düşünmeden “evet” der. Ananın hiç gönlü yoktur kızını göndermeye
Günlerce düğünler yapılır, şerbetler içilir ve nihayet kızı almaya bir alay gelir. Gelini alıp yola koyulurlar.
Bu gün kayaların bulunduğu yere gelince alay durur. Çünkü gelin annesinin evinde oklavasını unutmuştur. İki atlı süratle oklavayı almaya giderler.
Yaşlı ana artık dayanamaz ve: “Gelinliğinle, alayınla, askerlerinle, çeyizinle taş kesil” diye beddua eder. İçi yanmış ananın duası kabul olur. Hepsi birden taş kesilir.

Ulubey’de anlatılan:

O çevre köylerinden birinde bir adam otururmuş. Adamın da bir kızı varmış. İsteyen birine Allah’ın emriyle sözünü kesmiş. Gel zaman, git zaman derken düğün günü gelmiş. Oğlan evinden düğün alayı içinde gelenler atları üzerinde gelinin hazırlanmasını beklemişler.
Kız gelinliğini giymiş, gitmeye hazırlanırken, bir taraftan eşyalarını toplayıp bir taraftan da kaşla göz arasında evde ne var ne yok çeyiz sandıklarına doldurmuş. Ev tamtakır olmuş. Ocaktaki son eşya sacayağını da alıp sandığa koyarken babası dayanamamış, kızının evde ne yatacak, ne yiyecek, ne giyecek hiçbir şey bırakmadığını görünce:
Kızım Allah seni yolda giderken taş etsin demiş.
Düğün alayı, gelin ve gelin alıcı kadınların tümü taş kesilmişler.

Sivas Kangal’da anlatılan:
Düğün alayı bir köyden diğer köye giderken, gelin, anasının evinde süpürgesini unutur. Geri dönüp süpürgesini isteyince annesi beddua eder.
-Bir süpürge için geri dönülür mü? Süpürge dediğin kaç para eder… hepiniz yarı yolda taş kesilesiniz!.. der. Düğün alayı da taş kesilir.
efsanenin bir benzeri Muğla’da anlatılan Gelin Taşı efsanesidir.

Benzer değişim olgusunu taşıyan bir efsane de Kazak Türkleri arasında anlatılan:
         Bir zamanlar zengin bir kralın çok güzal bir kızı vardır. Kız büyüyüp de evlenme çağına gelince talipleri çoğalır. Kral kızının da uygun gördüğü bir talibe kızını verir.
Düğün hazırlıklarına başlanır. Kral biricik kızı için gece gündüz demeden çalışır ve kızının her şeyini altından yaptırır.
Gelinim kervanı özene bezene hazırlanır ve sıra kızı uğurlamaya gelir. Kız tam evden çıkacakken köpeğinin mama kabının altından değil de gümüşten yapıldığını görünce içerler ve babasına sitem eder.
Kızının kanaatsizliği karşısında babası dayanamaz ve kızına beddua eder. Kızı ve tüm kervan oracıkta taşa dönüşür. Bu taş kervana yöre halkı Kelinşek Dağ yani Gelincik Dağı ismini vermiştir.

Sandıklı’da anlatılan Gelin Kayası Efsanesi

Sandıklı’dan Selçik köyüne giderken daha köye varmadan yolun hemen sol tarafından bir tepecik bulunmaktadır. Bu tepenin adını yöre halkı “gelin kayası” koymuştur.
Anadolu’nun bir çok yerinde olduğu gibi Sandıklı’da da yer adlarının verilmesinde mutlaka bir olay, bir hikâye veya bir efsane yatmaktadır. Biz gelelim Gelin kayasına....
Yıllar önce bu bölgede fakir bir değirmenci yaşarmış. Sık ormanlarla kaplı yamaçların güldür güldür akan suları değirmencinin taş değirmenini Allah’tan aldığı güç ve kuvvetle döndürerek hububatı un ederek ekmek kazandırırmış.
Değirmencinin karısı ise yıllar önce beşikte küçük bir kız çocuğu bırakarak vefat etmiş. Değirmenci, geride kalan bir tek kızıyla beraber epey ilerlemiş yaşına rağmen kimseye muhtaç olmadan, mihnet etmeden yaşar dururmuş. Bu fakir değirmencinin kızı ise oldukça güzel ve alımlıymış.
Bu civarda yaşayan bütün delikanlılar değirmencinin bu çok güzel kızıyla evlenebilmek için adeta birbirleriyle yarışırlarmış. Zaman bu yerinde durmuyor ki. Haftalar ayları, aylar yılları sürüklemiş peşinden. Bir zaman sonra kız evlilik yaşına girmiş. Tabi taliplileri çoğalmış. Eh ne demişler, bir güzele bin gönül yanar ama bir güzel sadece bir gönüle kendini kaptırırmış. Meğer değirmencinin güzel kızı da komşu köyden bir delikanlıya kaptırmış gönlünü. Kız fakir değirmenciyi ikna ederek aşık olduğu gençle evlendirmesini istemiş. Ne de olsa biricik kızım diyerek değirmenci kabul etmek zorunda kalmış. Yoksa o kızını evlendirme taraftarı değilmiş. Çünkü kızı çok güzel olmasına rağmen çok kötü bir huyu varmış.
Değirmencinin kızı çok aç gözlü birisi imiş. Aradan günler gelip geçmiş. Düğün günü gelip çatmış. Değirmenci yıllarca çalışarak dişinden tırnağından artırdığı paralarla kızının çeyizini zar zor da olsa düzmüş. Oğlan evi çalgılarla atlarına atlayıp değirmenin yolunu tutmuş. Değirmenci ise kızından ayrılacağı için çok üzgünmüş.
Kızı ise evde bulunan kapkacak ne varsa heybesine dolduruyormuş. Değirmenciye çorba pişirecek bir tencere bile kalmamış. Babası hiç ses çıkarmamış ne de olsa o karısının emaneti tek kızıymış.
Vedalaşıp helalleşmişler,sarılıp ağlaşmışlar. Tam gelin ata binecekken babasına dönmüş ve;”Baba şu değirmen taşını da bana ver” demiş. Onca kalabalık içersinde boynunu büken değirmenci bir şey diyememiş.
Kız babasının cevabını bile beklemeden yüklenmiş değirmen taşını da. Değirmenci yaşlı gözlerle kızının arkasından bakarak “Sende taşa dönesin inşallah “diye içerlemiş farkında olmadan. Nede olsa o ekmek teknesi değil miydi? Gelin konvoyu atlarla, seymenlerle tam bu tepeden geçerken beklenmedik bir şey olmuş ve herkesin hayran olduğu o güzel kız birden taşa dönüşüvermiş.
İşte o gün bu gündür düğünler de gelin konvoylarının gelin kayasından geçirilmesi uğursuzluk olarak görülür. Buradan geçen gelinin başına bir iş geleceği, taşa dönüşeceği, hayırsız olacağı, çocuğu olmayacağı ya da amansız bir hastalığa tutulacağı inancı hala hakim olduğundan günümüzde bile yolu buraya düşen köylüler gelin konvoyunu buradan geçirmezler. (Ozan Çulsuz)