Geçmişden Günümüze Gelen Efsaneler, Destanlar, Söylenceler, Mitoloji, Hikayeler, Masallar , Türk folklorik motifler, şehirlerin efsaneleri,öyküleri

CELAL ŞAH HİKAYESİ

| Çarşamba, Ekim 7
Celal Şah Hikayesi Doğu Anadolu'da ve Kars bölgesinde anlatıla gelen bir hikayedir. hikaye Borluk İlçesinde oturan Süleyman Erkılıç'dan derlenmiştir. Türk Folkloruna gönül veren ve bu konuda çalışmalarda bulunan Nerin Köse tarafından Milli Folklor dergisinin 1993 yılındaki 17. sayısında ele alınmıştır.

ÖZETLE CELAL ŞAH HİKAYESİ

Zamanın birinde herşeyi olan ancak hiç çocuğu olmayan bir padişah vardır. Her umuda sarılan, her denileni yapan hükümdar günün birinde bir erkek evlada kavuşur. Yedi yaşına gelen şehzade Celal Şah egitimini yapmak. üzere hocaya verilir ve onsekiz yaşına kadar dershaneden hiç dışarı çıkmaz.

Sadece kitabi bilgiler edinen. yaşadığı hayatla en küçük bir ilgisi olmayan Celal Şah yemeğindeki kemiği ve güneş ışığını bile tanımamaktan doğan bir sıkıntı ile dışarı çıkar. ilk gördüğü kişi, avdan gelen bir adamdır. O da yardımcılarını ve atını alarak. ava çıkar. Yolları üzerindeki dağda. bir geyiğin peşine düşen Celal Şah'la arkadaşıarı bu kovalamaca sırasında yedi kişi kalırlar ve bir adada, geyiği vururlar.

Garip yapılı insanların bulunduğu bu adada bir arkadaşlarını yitirerek Maymunlar Ülkesine gelirler. Bir kitabade gördüğü ve Sultan Süleyman'ın vasiyetl ettiği üzere Celal Şah yedi yıl maymunlara hükmeder. Bu arada bir arkadaşlarını yitiren grup,izin isterlerse de maymunlar iki arkadaşlarını daha öldürürler ve yola üç kişi devam ederler Karıncalar ülkesinde iki arkadaşını yitiren Celal Şah nihayet insanoğlunun yaşadığı diyara ulaşır. Yolu üzerindeki ihtiyardan para kazanmayı düşünürken kendini ölü bir atın karnında bulur ve Celal Şah, büyük bir kuş tarafından havaya kaldırıldığı sırada ihtiyarın isteğiyle içeride bulduğu bıçakla atın karnını yararak dışarı çıkar.

Karşısındaki dağın en yüksek yerinde kıymetli taşlar olduğunu, onları aşağı atmasını söyleyen ihtiyar mücevherleri alıp, Celal Şah'ı orada bırakır, Karnından çıktığı ölü atı arayan şehzade giderek "kuşlar ülkesi"ne gelir. Güzel bir köşkün bahçesindeki havuzun başında rastladığı üç kekliğin kız haline geldiğini görür ve en küçüğüne aşık olur. Onun "keklik cildi"ni alan Celal Şah kızı memleketine götürür.

Beraberindeki mücevherleri babasına hediye eden kahramana padişah, yedi gün yedi gece düğün yapar. Bütün bunlara rağmen "Keklik cildi"ni zaptederek kendisiyle evlenmesini hazmedemeyen Gülperi gelinin tılsımlı kıyafetini bulur ve tek çocuğunu da alarak kendi ülkesine döner.

Karısını aramaya çıkan Celal Şah. Kuşlar ülkesi'ne geldiğinde onun Çin Maçin'de oturduğunu öğrenir. Bir kuşun üzerine binerek "periler ülkesi"ne gelir ve Gülperi'yi bulur. Ancak yurdunu özleyen şehzade, karısına memleketine dönmeyi teklif eder. İki "keklik cildini" giyerek yola çıkarlar. Ne yazık ki bu mutluluk uzun sürmez ve bir yolculuk sırasında Gülperi, kurtlar tarafından parçalanır. Karısını öldüğü yere defneden Celal Şah, ölene kadar orada yaşar.

Gül Bilbil Destanı - Gül Bülbül Destanı

| Salı, Ekim 6
Turan ülkesinin padişahı Nasır, malını, tahtını bırakacak bir oğuldan yoksundur. Bir gün rüyasında "bir bağda kırmızı bir gülün açıldığını; üstünde güzel sesli, güzel yüzlü bir bülbülün öttüğünü" görür.
Rüyayı yorumlayan bir ihtiyar, padişaha "eve gidince karısıyla yatarsa bir oğlu olacağını, adını Bilbil koymasını; bu oğlanın yedi yaşına gelince bir peri kızına aşık olacağını" söyler.
Nitekim ihtiyarın dediklerini yapan Nasır dokuz ay sonra bir erkek evlada kavuşur. Kırk gün kırk gece toy yapan padişah, oğlunun adını Bilbil koyar. Rüyasını yorumlayan dervişe de kırk tane at hediye eder. .

Yedi yaşına gelen şehzade, babasının kendisi ile yaşıt kölesi Zelili ve vezir oğlu Sala, Molla Galandar adlı hocaya verilirler. Bir cuma günü Molla Galandar kendilerini azat edince Bilbil, arkadaşlarını çeşitli meyvelerin, çiçeklerin olduğu bağlarına davet eder. Bağda dolaştıklan sırada Bilbil'i kaybederler. Daha sonra onu bulduklarında havuzbaşında oturduğunu görürler. O ana kadar yeşil asalı bir ihtiyar (pir), ona "asasını tutmasını" söyler ve bir anda kendilerini Dilaram Bağı'nda bulurlar. Oradaki imarete giren Bilbil, duvarında bir peri kızı sureti görür ve hemen aşık olur. İhtiyar Bilbil'e "bu kızın İran Vilayetinin padişahı Şaalican'ırı en küçük kızı olduğunu; bu resmi yaptıran İstanbul padişahının da bu kıza aşık olduğunu" söyler. Yine asaya tutunarak geriye dönerler.

Tekrar okula başlarsa da, hocası Galandar. ondaki değişikliği farketmiş; "bir peri kızına aşık olduğunu" babasına söylemiştir. Buna karşı çıkar Nasır,yine de Gül'ün bulunması için atlılar salar herbir tarafa. O yörede bütün tarih kitaplarını okumuş birisi saraya gelerek padişaha "Gül'ün İran vilayetinde. buradan 500 yıllık uzaklıktaki Şehr-i Sınafam'da oturduğunu"söyler.

Her ne pahasına olursa olsun Gül'ü bulmaya'yemin eden Bilbil, Zelili. Sala, Molla Galandar'ı alarak yola çıkar. Yedi yıl yürüdükten sonra İstanbul'a gelirler. Orada "İstanbul padişahının da Gül'e aşık olduğunu; ancak Şaalican'ırı, üç şehrini de ele geçirmeyi başarana kızını vereceğini" duyan Bilbil, İstanbul'u alır. Orada kaldığı üç ay boyunca her gün Dilaram Bağı'na. Gül'ün resmine bakmaya giderse de, bu ona yetmez, İstarıbul'u, şahın kızı Aycemal ile evlerıdirdiği Molla Galandar'a bırakır ve yollara düşer.

Bir müddet sonra Nil Denizi'ne gelirler. Su yüzünde kırk gün salla gittikten sonra Kuvhı Salar Dağı'na gelirler. Bu dağın her tarafı altından olup, padişahı Güneabi adlı bir kız olan şehr-i Talusı'nın sınırları içindedir. Güneabi. Bilbil'in neden buraya geldiğini öğrenince "bu dağdaki mağaralardan biri olan Kelezov'ın ağzındaki kara ejderhayı öldürürse, Gül'ü bulmasına yardım edeceğini" söyler. Sala Bey bu işi başarır ve Güneabi ile evlenir. Yola devam eden Zelili ile Bilbil, bir menzile gelirler. Orada birbiriyle dövüşen iki ejderhadan kara renkli olanını öldürürıce, ak ejderha onları evine davet eder. Ejderha Zavkumar'ın yerinde Aysülüv adlı bil' peri kızı görürler. Zelili ona asık olur ve beraberinealarak Bilbil ile tekrar yola çıkarlar. Giderek Şabaz Hanı Adil'in ülkesine ulaşırlar. Padişah buraya geliş sebebini öğrerıdiği Bilbil'e "Gül'ün, İran perilerinin padişahı olan Şaalican'ın kızı olduğunu, şimdiye kadar hiçbir yiğidin gerçekleştiremediği üç şartını gerçekleştirebilirse ona kavuşacağını" ifade eder. Zelili ile Aysülüv'ün nikahlandığıgece Bilbil'in düşünde yeşil asah, kendisinin Hz. Ali olduğunu söyleyen bir onu, Gül'ün gezindiği Sınafam Bağı'na götürür. Yanına gelen Gül "Şabaz Han Adil'in ülkesindeki Şah Emir Arzarn.medresesinde okuyan yeğeni Salım'in onu kendisine ulaştıracağım"söyler. Sınafam Bağı'nda buluşan ve Şaalican'ı razı ederek evlenen Bilbil ile Gül, çok mutludurlar. Ancak "çok uzun süredir ailesinin kendisinden, kendisinin de ailesinden haber alamadığını" düşünen BilbiL, fikrini Gül'e açar. Şaalicarı'ın izin vermesi üzerine hazırlanan mücevherlerle süslü tahtları üzerinde geri dönmeye koyulurlar; Şabaz Han Adil'in ülkesinden Zelili ile Aysülüv'ü.. Şehr-i Talusı'danSala ile Güncabi'yi; İstanbul'dan da Molla Galandar ile Aycemal'i alarak Turan Ülkesi'ne dönerler.

Babası Nasır, yıllar sonra kavuştuğu oğlunu sağ salim karşısında görünce çok sevinir ve oğlu ile gelini için kırk gün kırk gece düğün yapar.

Not
"Gül Bülbül Hikayesi", Türk dünyasının hemen her tarafında rastlanılan anlatılarımızdan birisidir. Uygurlar'da "Kızıl Gülüm", çağatay sahasında Nevruz Şah, Anadolu'da "Nevruz Bey" adıyla yaygın olan bu hikaye Türkmenistan sahasında "Gül Bilbil Destanı" diye bilinmektedir.
Yrd. Doç. Dr. Nerin KÖSE'nin Milli Folklor Dergisinde yayınlanan çalışmasını ve folklorik bir çok çalışmayı Çukurova Ünversitesinin Türkoloji sitesinden veya buradan inceleyebilirsiniz

ELAZIĞ TÜRKÜLERİ - PENCEREDEN BİR TAŞ GELDİ - MAMOŞ TÜRKÜSÜ VE HİKAYESİ

|
bir öğrenci kardeşimize ödev verilmiş Elazığ Türkülerinin Hikayesini arıyordu ve bizden yardım istedi bizde elimizden geleni yaptık bulabildiğimiz şu anda aşağıdaki Türkü ve hikayesidir. umarım yardımcı olabilmişizdir

ELAZIĞ TÜRKÜLERİ

PENCEREDEN BİR TAŞ GELDİ - MAMOŞ TÜRKÜSÜ VE HİKAYESİ

Elazığ'ın koca Mustafa Paşa mahallesinde oturan Bekir hoca'nın genç ve güzel bir karısı vardır. Bekir hoca Harput'ta namusuyla ve iyiliğiyle tanınan yumuşak başlı temiz bir insandır. Karısı ise gençliğin verdiği tecrübesizlikle evli olduğu halde komşularından, soylu bir aileden olan genç, yakışıklı Mamoş (Mehmet) ile ilişki kuracak kadar toydur daha. Mamoş'la Bekir hoca'nın karısı arasındaki sevgi gittikçe alevlenir. Etrafta bunu sezmeye başlamıştır. Fakat sevdalılar buna rağmen her şeyden habersizdirler. Fırsat buldukça buluşur, konuşur, sevişirler. Bekir hoca bunun neye varacağını hesaplamaktadır.

Bir gün karısına Harput'a gideceğini ve akşam dönmeyeceğini söyler. Bu fırsattan yararlanan genç kadın Mamoş'u eve davet eder, yerler içerler, eğlenirler. Bekir hoca ise Harput'a gitmemiştir. Karanlık basınca eve gelir ve sessizce kapıyı kendi anahtarıyla açar, sevdalıların bulundukları odaya gelir. İçerden onların eğlenceli çığlıklarını duyar, tabancasını çekerek odaya girer. Girer girmez tabancasını ateşler Mamoş'u kalbinden, karısını da ağzından vurarak öldürür. Bu olaydan sonra Bekir hoca zaptiyeye teslim olur. Adli bir heyetin eve gelip olayı yerinde incelemelerinden sonra duruşma sonunda Bekir hoca beraat eder.



MAMOŞ TÜRKÜSÜ
Pencere'den bir taş geldi,
Ben sandım ki Mamoş geldi.
Uyan Mamoş, uyan uyan,
Başımıza ne iş geldi.

Eyvah Mamoş, eyvah eyvah
Tabip getir yarama bak.

Penceresi yeşil yaprak,
Mamoş giyer kara kapak.
Kör olasın Bekir hoca,
Yatağımız kara toprak.

Eyvah Mamoş, eyvah eyvah
Tabip getir yarama bak.

Pencere'nin önü çardak,
Rakı içtik bardak bardak.
Körolasın Bekir hoca
Koymadın ki murat alak.

Eyvah Mamoş, eyvah eyvah
Tabip getir yarama bak.

Evlerinin ardı kavak,
Yağmur yağar ufak ufak.
Kör olasın Bekir hoca,
Ağzımdaki kurşuna bak.

Di kalk Mamoş di kalk, di kalk
Başımıza yığıldı halk.

Dışkapıyı araladın,
Ah bahtımı karaladın.
Kör olasın Bekir hoca,
Mamoş'uda yaraladın.

Di kalk Mamoş di kalk, di kalk
Başımıza yığıldı halk.

Mamoş paltonu tutayımmı?
Hayrın için satayımmı?
Mezarında boş yer varmı?
Ben'de gidip yatayımmı?

Eyvah Mamoş, eyvah Mamoş
Tabib getir imdada koş.

Malatyalı Kalender Kaynak: Mehmet ÖZBEK Folklor ve Türkülerimiz

12 Hayvanlı Türk Takvimi - Efsanesi - Kişilik Analizi

| Pazar, Ekim 4
Tarih boyunca insanoğlu çeşitli takvimler geliştirmiştir. kimi ayın hareketini kimi güneşin hareketlerine göre takvim belirlemiştir Takvimlerin başlangıcı genelde dini anlamlara göre belirlenmiştir. Günümüzde tüm dünyada kullanılan ve miladi takvim olarak bildiğimiz takvimin başlangıcı hristiyanlık dünyasında Hz İsa'nın doğum günü kabul edilmiştir aynı şekilde musevilerin inancına göre ilk yaratılış gününü başlangıç sayılmıştır. müslümanlarda Hz. Peygamberin mekkeden medineye hicretini başlangıç olarak dikkate alan takvimleri kullanmıştır.

Türklerin ilk kullandığı takvim 12 hayvanlı takvimdir ve hala da bazı türk boylarında kullanılmaktadır. 12 hayvanlı türk takviminde senenin başlangıcı 21 mart yani nevruzdur.

12 hayvanlı takvimin özelliği her yılın bir hayvan adıyla anılmasıdır ve takvim kendini 12 yılda tamamlamaktadır. Türkler insan karakterinde hayvanların etkili olduğuna inanıyorlardı hangi hayvan yılında doğduğuna göre kişinin karakteri gelişiyordu 12 hayvanlı takvimde ki yılların adı şu şekildedir
1- ÇIÇKAN CILI (Sıçan Yılı)
2- UY CILI (Sığır Yılı):
3- COLBORS CILI (Bars/Pars Yılı)
4- QOYON CILI (Tavşan Yılı)
5- ULUU CILI (Balık Yılı)
6- CILAN CILI (Yılan Yılı)
7- CILKI CILI (At Yılı)
8- QOY CILI
9- MEÇİN/MAYMIL CILI (Maymun Yılı)
10- TOOK CILI (Tavuk Yılı)
11- İT CILI (İt Yılı)
12- DOÑUZ CILI / QARA KİYİK CILI (Domuz Yılı)

hangi hayvan yılında doğduğunuzu kolayca hesaplayabilirsiniz
örn 1992 yılında doğduğunuzu varsayalım doğum tarihinize 9 ekliyorsunuz bulduğunuz sayıyı 12 böldüğünüzde kalan artık sayı size hangi hayvan yılında doğduğunuzu veriyor
1992+9=2001
2001/12= artık sayı 9 yani MEÇİN/MAYMIL CILI (Maymun Yılı)
başka bir örnek verelim
1995+9=2004
2004/12= tam bölündüğünden DOÑUZ CILI / QARA KİYİK CILI (Domuz Yılı)
son bir örnek
1987+9=1996
1996/12= 4 kalan verir yani QOYON CILI (Tavşan Yılı)
aşağıda bu hayvan yıllarını ve özelliklerini okuyabilirsiniz.

ama öncelikle 12 hayvan takvimi ile ilgili olarak anlatılan efsaneleri sizinle paylaşmak istiyorum.

Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lugât’i-t-Türk’te Türklerin bu yılların her birinde hikmet var sanarak onunla fal tuttuklarını, uğur saydıklarını belirtir. Verdiği bilgilere göre “ud yılı, savaşların çok olduğu bir yıldır. Takagu yılında yiyecek çok olur, ancak insanlar arasında kargaşa olurmuş. Timsah yılı girdiğinde yağmur çok yağar, bolluk olurmuş. Domuz yılında kar ve soğuk çok olurmuş. Yani böylece Türkler her yıl bir şey olacağına inanırlarmış.”

Kaşgarlı, 12 Hayvanlı Türk takviminin ortaya çıkışı hakkındaki Uygur rivayetini de şöyle vermektedir: “Türk hakanlarından birisi kendi idaresinden birkaç yıl önce yapılmış olan bir savaş hakkında bilgi almak ister. Ancak danışmanları o savaşın yapıldığı yıl hususunda yanılırlar. Bunun üzerine Hakan, kendilerinin bu tarihte nasıl yanıldılarsa, daha sonra geleceklerin de yanılabileceklerini, bu sebeple göğün 12 burcu ve 12 ay sayısınca her yıla birer ad konulmasını ister. Hakanın teklifi kurultayca benimsenir. Daha sonra bir sürek avına çıkılır. Hakan, hayvanların Ilısu’ya doğru sürülmesini ve sıkıştırılmasını emreder. Av bu şekilde devam eder. Bu sırada bazı hayvanlar suya atlayarak karşı sahile çıkmaya çalışırlar. On iki hayvan bunu başarır Böylece karşıya geçen hayvanların adını sırasıyla her bir yıla ad olarak verirler. Bu hayvanlardanbirincisi sıçan (sıçgan) imiş. İlk geçen bu hayvan olduğu için senenin başı bu adla anılmıştır.”

Türkmenler arasındaki rivayet:
“Eskiden hayvanlar arasında “Kim yılı önce görürse, onun adı yıl adlarının ilki olsun” şeklinde bir şart öne sürülmüş. Bunu duyan deve “Ben hayvanların hepsinden
uzun ve iriyim, bu yüzden de yılı ilk ben görürüm, adım da yıl adlarının birincisi olur.” diye kibirlenmiş. Ama yılın görüleceği sıralarda sıçan devenin hörgücüne çıkıp deveden önce yılı görmüş. Yıl adlarının ilkine de onun adı verilmiş. Deve buna çok sinirlenip sıçana saldırmış. Sıçan kuma (başka rivayette küle) girip saklanmış. Devenin hala kül görünce oturup ağnaması taa o zamanki düşmanlıktan kalmadır”, derler.

Kazak Türklerindeki rivayet de hemen hemen aynıdır.
Bu efsanenin Buryat-Moğollar arasında anlatılan şeklini, Kazak SSR Ilımlar Akademiyası üyesi A. Maşanov şöyle yazıyor:
“Sıçanla deve “Günü kim önce görecek?” diye çekişiyorlar. Deve sıçana bakıp: “ Senin boyun benim kirpiğim kadar bile değil, sana göre ben yatan bir dağ gibiyim.” diye
kibirlenmiş. Sıçan da:”Boyuna güvenme, aklına güven!” demiş. Deve gece boyunca gözünü kırpmadan doğuya bakmış. Sıçan ise devenin hörgücüne çıkıp batıya doğru bakmış. Çünkü o güneş doğunca ışığının batıdaki dağlara düşeceğini biliyormuş. Böylece güneşin doğuşunu ilk olarak sıçan görmüş. Bunun üzerine Buryat-Moğollar gece yarısından sonra başlayan ilk saate “sıçan saati”; ilk aya “sıçan ayı”, ilk yıla da “sıçan yılı” demişler

12 hayvan takvimine göre insanları doğdukları yıla göre kişilik analizleri

ÇIÇKAN CILI (Sıçan Yılı): Bu yıl, Yan grubuna girer. Bu yılda doğanlar eşine az rastlanan hareketli insanlardır. Konuşmalarıyla başkalarının takdirini üzerlerine çekebilirler. Yüzlerce kilometrelik uzaklıktaki bir olaydan anında haberdar olurlar. İşleri yolunda gider ve sezgileri güçlüdür. Uykuyu her zaman çok severler. Bazen gece vakti kalkıp uykularını açıp oturmayı da severler. Belirsiz işleri araştırma, sonucunu tahmin etme gibi meraklara sahiptirler. Güçlerini sınayacakları olaylara karışmaktan çekinmezler, tam tersine bundan zevk alırlar. Ellerinden gelmeyecek işlere de girişirler. Onlardan iyi ve inançlı bir dost olur. Kötü işlerden kaçmaya gayret ederler.Gece doğanlar gündüz doğanlara nazaran daha çeviktirler. Gündüz dünyaya gelenler ise çok pasaklı ve pısırık olurlar

UY CILI (Sığır Yılı): Bu da Yan grubuna girer. Bu yılda dünyaya gelen erkekler, bayanlara karşı her zaman nazik olur ve onlara değer verirler. Bu yılda doğanlardan bazıları kalabalıktan uzak durmayı severler. Eğer mecburen kalabalık arasında bulunurlarsa da saygı ve hürmetlerini kendileri yaratmayı bildikleri gibi korumayı da bilirler. Akıllı ve bilinçlidirler. Bir konu hakkında doğru ve akılcı düşünebilme kabiliyetine ve becerisine sahiptirler. Bahtlı bir ömür sürerler. Bu yılda doğan kızlar, hanımlık tabiatına daha fazla sahiptir. Bahtlı bir hayat sürerler. Hastalıklı olsalar da uzun yaşarlar. Sığır ağır tabiatlı olduğu için bu yılda doğanlar da ağırbaşlı, geçmişi hatırlayıp dersler çıkarabilen ve hayat tecrübelerini göz önünde bulundurarak iş gören insanlardır.

COLBORS CILI (Bars/Pars Yılı): Bu yıl Yang grubuna girer. Bu yıl doğanlarda bahadırlık, ışık, sıcak kanlılık, çekinmeme gibi özellikler bulunmaktadır. Güçlü, kuvvetli, gayretli ve askerlik tabiatına daha uygun kişilerdir. Sertlikleri ve hükmedici tavırlarıyla çok çabuk fark edilirler. Bazıları kavgacıdır. Bu yıl doğan kadınlar, genellikle erkeklerin söylediklerini inatlaşarak veya nazlanarak yaparlar. Tam olarak da yerine getirmezler. Gençleri pars gibi çeviktir. Bu özellikleriyle de kötü olaylardan, hırsızlık vs. gibi kötü durumlardan ustalıkla kurtulurlar. Bu yılda doğanlar, yaptıkları her tür işi hiç saklamadan açıkça yaparlar. Çevresindekileri bu özellikleriyle sürekli şaşırtırlar. Bu sebeple onlara genellikle hürmet gösterilir. Eski Çin ata sözünde “Parsın gözü ejderhaya düşse, ejderha ortasından yarılır.” denmektedir. Bunun yanında bu yılda doğanlar yaptıklarından genellikle ve sık sık pişmanlık duyarlar. Pişmanlıkları çoktur.

QOYON CILI (Tavşan Yılı): Yan grubuna girer. Bu yılda doğanların sezgileri güçlüdür. Parlak bakışlara sahiptirler. Çok merhametlidirler. Tavşan tabiat olarak korkak bir canlıdır. Korktuğunda hızla kaçar. Bu yılda doğanlar da, bu özelliği kendilerinde taşırlar. Geleceği belli olmayan, sonu tahmin edilemeyen işleri seçerler. Kendileri de yollarını bulamazlar. Dışarıdan bakanlar, asıl amaçlarının ne olduğunu çabuk anlarlar. Toplum içindeki büyük işlerden uzakta dururlar. Kavgadan hoşlanmazlar. Hayatta genellikle orta yol tutar, bu şekilde yaşarlar. Onların içinden ne zengin ne de fakir çıkar. Ne çok iyi ne de çok kötü olurlar.

ULUU CILI (Balık Yılı): Herhangi bir konuda yapılacak olan değişiklikler konusunda yapıcı güç ve kuvvet olarak karşımıza balık insanları çıkar. Bu yıl, bahtlı yıllardandır. Bu yılda doğanların malı mülkü çok olur. Alınları açık, parlaktır, uzun ömürlü olurlar. Küçük de olsalar büyük de olsalar bu yıldadoğanlar, kendilerinde hüküm vermeyi çok severler. Başkalarının işlerine karışmayı sevmezler.

CILAN CILI (Yılan Yılı): Balık gibi bahtlı yıllardan sayılır. Yılan yılı Yang grubuna girer. Bu sebeple de güç, kuvvet ve yiğitlik özelliklerine sahiptir. Eski Çin’de yılanlara ait özel tapınaklar da varmış. Yine de yılan, ihanet etme özelliği ile çok fazla hoş görülmez. Yılan yılında doğanlar diğer insanlardan saygı ve hürmet görürler. Çevrelerindekiler biraz da korktukları için onlara saygı gösterirler. Yılan yılında doğan erkekler bahtlıdırlar. Kızlar ise zorluklar ve mücadelelerle dolu bir hayat yaşarlar. Ayrıca dik kafalı olmalarıyla bilinirler. Bazı kötü kabul edilen işleri yapmaktan hoşlanırlar. Hatta suç sayılan işleri yapmaktan zevk bile alırlar. Bunun yanında vakur ve heybetli olurlar. Birçoğu güzel, boylu poslu olsalar da cana yakın değillerdir, merhamet duygusundan da yoksundurlar. Bu yılda doğanlar ağır sınavları başarmakta oldukça iyidirler, belalara da asla doğrudan karışmazlar.

CILKI CILI (At Yılı): At yılı güç kuvveti temsil eden Yang grubuna girer. Bu yılda doğanlar güçlüdürler, işlerini kendilerine inanarak ve güvenerek yaparlar. Yaşıtları arasında işlerini hızlı ve güzel yapmalarıyla dikkat çekerler. Hareketli olmaları da diğer özellikleridir. Hayatları hep hareket ve çalışma ile doludur. Gündüz doğanlar aceleci, koşuşturarak iş yapan hayatlarını bu şekilde geçiren insanlardır. Gece doğanlar ise rahat ve zevkine daha düşkündürler. At yılında doğanlar ipek, vs. gibi pahalı ve kıymetli giysileri vs.yi hiç acımadan alırlar. Bu tür şeylerden hoşlanırlar. Hayat yoldaşlarıyla hareketli ve hızlı olmaları açısından daha kolay iletişim kurar ve iyi anlaşırlar. Onlar, diğer insanların değerlendirmelerine göre bahtlıdırlar.

QOY CILI (Koyun Yılı): Koyun yılında doğanların en güçlü yaşadıkları duygu, sevgidir.
Sezgileri de güçlüdür. Yakınlarına her zaman saygı ve hürmet çerçevesinde davranırlar. Kendi fikirlerini ve bakış açılarını kendilerine düstur edinerek yaşarlar. Yalnızlığı sevmezler. Kendilerini övmekten hoşlanırlar, patırtı gürültüyü biraz severler, üst makam ve mevkilerde olmaktan hoşlanırlar. Sözleri dürüsttür, söyledikleri de yerindedir. Bir konuda tam karar vermeden adım atmazlar. İyi özellikleriyle dikkatleri üzerlerine çekerler. Bunun yanında hareketli ve yiğit tavırlı olmalarıyla da tanınırlar. Yaşlandıklarında da soğukkanlı birer kişi olurlar.

MEÇİN/MAYMIL CILI (Maymun Yılı): Maymun yılı Yan ve Yang gruplarının karışımından
ortaya çıkmıştır demek yanlış olmaz. Bu grupta yer doğanlar eğlencelerini kendileri yaratırlar. Ve sadece kendi eğlencelerinden zevk alırlar. Bu yılda doğan erkekler ileri görüşlü, sokulgan, biraz kurnaz, hemen öfkelenen, güçlü kişilerdir. Amaçlarını akılcı bir şekilde zekâlarıyla birleştirerek uygulamaya koyarlar. Kadınlar ise çeviklikleriyle dikkati çekerler.

TOOK CILI (Tavuk Yılı): Geçmişten gelen adetlere göre tavuk yılı, isyan yıllarıdır. Bu yılda doğanlar karşı cinstekilere ustaca tuzaklar hazırlarlar. Bunu kendileri için değil becerilerini ve ustalıklarını göstermek için yaparlar. Eli sıkı insanlardır, fakat gayretli ve güçlü kuvvetli olmalarıyla da dikkati çekerler. Onlardan fazla cömertlik beklememek gerek. Fakat, onlardan çok uzaklaşmak da gerekli değildir. Kötü iş yapmaya karşı kendilerini engelleyebilirler, her yerde güç ve kuvvet kullanmaktan imtina ederler. Erkekleri gururlu olmalarına rağmen saygı ve hürmette kusur etmezler. Edep, ahlak, kanun ve kurallar bu gruptakilerin hoşlandıkları terimlerdir.

İT CILI (İt Yılı): Bu grup da Yan grubuna girer. Bu yılda dünyaya gelenlerin sezgileri çok kuvvetlidir. Kuvvetli ve ihtiyatlı insanlardır. Bu sebeple hem kendilerine hem de başkalarına karşı tenkitçi bir gözle yaklaşırlar. Güç kuvvet, zenginlik gibi akımlardan her zaman haberdardırlar. Gece doğanlar çevrelerinde ne olup bitiyorsa bıkıp usanmadan bunlara dikkat ederler. Nerede olurlarsa olsunlar kötü işlere, kavgaya hırsızlığa, vs. izin vermezler. Gündüz doğanlar ise biraz pasaklı ve obur oluşlarıyla farklıdırlar. Bu yılda doğanlar, akıllı, hafızası güçlü ve kendinden emindirler. Dostlarını gerekirse kıyamete kadar beklerler, onlar için kendilerini kurban ederler.

DOÑUZ CILI / QARA KİYİK CILI (Domuz Yılı): Bu yılda doğanlar övünmeyi severler. Yan
grubuna girerler. Yang grubunun özelliklerinden de çok uzak değildirler. Rahatı, sessizliği ve temizliği severler. Kötü işlerden korkarlar. Bu tür işlerle karşılaştıklarında kötülüğün önünü keser, engellemeye çalışırlar.
Bu gruptakiler, çok gösterişli olmasa da lezzetli ve güzel yemekleri severler. Bayanları, edeplidirler, iyi terbiye almışlardır.
Çin’de domuz hakkında birçok batıl inanç ve itikat devam etmektedir. Onlarda domuz rüyaya girerse iyiliğe yorulur. Bir barikatın önüne gelen domuz buraya başını diremezse o ordu yenilirmiş. Domuz beslenmeyen köyler kutsal sayılmazmış.
Domuz ve maymun hem en iyi hem de en kötü hayvanlar grubunda sayılıyor. Rivayetlere
bakıldığında bu müçellerde doğanlar, biraz telaşlı, biraz kavgacı, bazen uzlaşmacı ve çabuk uyum sağlayıcıdırlar.


12 Hayvanlı Türk takvimi hakkında daha fazla bilgiyi Nergis Biray'ın bu çalışmasından bulabilirsiniz (pdf formatındadır pc'nizde Acrobat Reader yüklü ise sağ tıklayıp farklı kaydet yapabilirsiniz )

5Yaş Sendromu - Küçük Bir Çocuğun Ramazan Günlüğü

| Cuma, Ağustos 28
Küçük bir çocuğun Ramazan Günlüğü ( 5 yaş sendromu:)

ramazan 1
Bu gün evde bir acaiplik var.
Herkes sessizce işine okuluna gidiyor.
Annem 'Zeynep hadi sana kahvaltı hazırlayalım' dedi.
Kimse yemek yemiyor, su içmiyor.
Ablam bile!

Ramazan 5
Önce diyet yaptıklarını sanmıştım.
İzledim hepsini.
Akşama doğru hepsi sessizleşiyor.
Sofrayı hazırlayıp ezanı bekliyorlar.
Onları böyle seyretmek, öyle hoş ki.
Başka zaman, susmak bilmeyen ablamın bu hali içten içe güldürüyor beni.
Ama gülmeye cesaretim yok.

Ramazan 9
'Niye böyle yapıyorlar?' Ablama sordum, 'Büyüyünce anlarsın..' dedi.
Zaten başka ne der ki…
Anneme sordum, Ramazan dedi.
Babama sordum, Oruç dedi.

Ramazan 11
Bu Ramazan ve Oruç isimli iki kişi, bizimkilere yeme-içme yasağı koymuş demek.
Arkadaşım Fatıma'ya sordum.
Onun ailesine gündüzleri yemek yemiyor su içmiyormuş.

Ramazan 14
Kaşık çatal sesleri, konuşmalar duydum.
Uyandım.
Babama haber vermeye koştum, yatağında yok!
Çaresiz, huysuz ablamın odasına koştum.
O da yok!
Korkmadım, Ben bu hırsızların hakkından gelirim!' dedim.
Aldım elime paspasın sapını, aniden açtım mutfak kapısını.
Sopamı havaya kaldırdım öylece kaldım oracıkta.
Bizimkiler yemek yiyorlar!
Vay uyanıklar.
Gündüz Oruç ile Ramazan'dan korkup gece yiyorlar.
Birde üstüne gülüyorlar…
Korkaklar.

Ramazan 17
Önceleri, Oruç ile Ramazan'ı bulup şikayet etmeyi düşündüm.
Fakat ablamın yemek yemedikçe pamuk gibi yumuşadığını fark ettim.
Babam ile Annem de artık tartışmıyorlar.
O zaman devam.
Belli ki Oruç ve Ramazan iyi kalpli iki amca.

Ramazan 19
Her gün bize beyaz başörtülü teyzeler geliyor.
Oturup birlikte Kur'an okuyorlar.
Her zaman ki gibi mobilyadan, gelinden, kaynanadan, konuşmuyorlar.
Ellerini açıp herkese dua ediyorlar.
Sevim teyze de başını örtmüş.
Çok da yakışmış

Ramazan 22
Her şey aynen devam ediyor.
Televizyonlar bile uslu uslu konuşuyor.
Hepsi akşam ezan okuyor.
İftar iftar deyip bütün şehir birden yemeğe başlıyor.
Ne hoş.

Ramazan 24
Oruç'u merak ediyorum.
Geçen gün Ayşe teyzem Annemle konuşuyorlardı.
Şöyle şöyle yaparsam Oruç bozulur mu?
Yok böyle olursa Oruç kaçar mı?
Demek ki Oruç, çok duygulu birisi.
İnsanlar kötü bir şey yapınca bozuluyor.
Kötülüğü gördüğü yerden kaçıyor.
Oruc'u ve Ramazan'ı artık iyice merak ediyorum.
Onlarla tanışmaya can atıyorum.

Ramazan 25
Bu günlerde herkes Kadir gecesinden bahsediyor.
Şimdiye kadar gecesi olan bir adam göremedim.
Bu Kadir de kim?
Bin aydan hayırlı gecesi varmış.
O gece uyumamak, namaz kılmak, Kur'an okumak önemliymiş.

Ramazan 26İftarı çok sevdim.
Akşam yemek yemeye İftar diyorlar.
Gece yemek yemenin adı da Sahur.
İftar sonrası eğlenceler oluyor.
Babam camilere götürüyor bizi.
Herkes sokaklarda, camide, neşe içinde.

Ramazan 28
Merak içinde beklerken uyuyakaldım.
Kadir, gecesiyle beraber gelmiş gitmiş.
Ben göremedim.
Anlayamıyorum.
Bu yüzden ağabeyimi çok özlüyorum.
Ablama soru sormaya kalksam, bana doya doya gülüyor.
Sonra da arkadaşlarına anlatıyor, birlikte gülüyorlar.
Sinir oluyorum.
Abim uzak bir şehirde üniversitede okuyor.
'Abim ne zaman geliyor?' diye aneme soruyorum.
'Bayram gelsin, o da gelecek' diyor.
Oruç, Ramazan, gece gelen Kadir'den sonra şimdide Bayram!..
Soramıyorum 'Bayram kim?' diye.
Neden o gelmeden abim gelemiyor?
Belki de abimin arkadaşıdır.
Çok özledim abimi.
Bayram'ı da alsın gelsin tanışalım.

Ramazan 29 / Arefe
Sonunda bir hanım ismi duydum.
Arife diyemiyorlar mı ne?
Arefe diyorlar.
Niye Arefe?
'Arife' olması gerekmiyor mu?
Yengemin adı gibi yani...
'Arefe geliyor, daha temizliği bitirmedik.' diyor Annem.
Demek ki Arife teyze çok titiz.
İyice telaşlandılar.
Bir Bayram diyorlar, bir Arefe, harıl harıl çalışıyorlar.
Temizlik yapılıyor.
Yemekler hazırlanıyor.
Anneme 'Bayram ne zaman gelecek?' dedim, 'Arefe'den sonra' dedi.
Demek ki Bayram ile Arefe evli değil.
Akraba da değil.
Kafam karma karışık.
Salih abim bi gelse de her şeyi bana anlatsa.

Ve Bayram geldi

Sabah kalktığımda, herkesi kahvaltıda yakaladım!.
Oruç öldü heralde diye düşündüm.
Gece Abim gece gelmiş.
Sevinçten haykırdım.
Çok özlemişiz birbirimizi.
Bütün olanı biteni bir güzel anlattım Abime.
Yüzüme bakarken, bana tebessüm ettiğini gördüm.
Ablama sormamakla ne iyi ettiğimi anladım.
Abimin tebessüm ettiği yerde, Ablam kahkaha atar.
Abime küser gibi yaptım, hemen gönlümü aldı.
Bana her şeyi baştan anlattı, bu sefer de ben gülmeye başladım.

***

Abimden söz aldım.
Kimseye anlatmayacak, konuştuklarımızı yazmak için izin istedi.
Ben de verdim..
Ramazan günlüğü işte böyle ortaya çıktı.
Abim buna bir de isim buldu: 5 Yaş Sendromu.
Sendromu anlamadım.
Ama olsun, Abime güveniyorum.
Gerçi Ablam'a göre 4 yaşındayım.
Annem 5 yaşında olduğumu söylüyor.
Babam daha 4 yaşından gün almadı diyor.
Abim bu konu beni aşar diyor.

Bayramı çok sevdim.
Ama Ablam tekrar o sinirli haline dönecek diye, Ramazanın gidişine çok üzüldüm.

Bizim için her gün Ramazan olsa!..
Ne iyi olur..

Yaşatılan Bir Gelenek - Çobanın Aşkı ve Sürüsünün Sadakati

| Salı, Ağustos 25
Denizli'nin Çal ilçesine bağlı Aşağıseyit Köyünde 3 asırlık bir geleneğin yaşatıldığı ile ilgili bir haberi mynet haber de okudum. Bu habere göre geleneksel olarak her yıl koyunların çobana sadakatini ölçmek amacıyla bir yarışma düzenleniyor. Danişmend Türklerinden günümüze gelen geleneğe göre koyunların da çobanın peşinden suya atlayarak nehri geçmesi amaçlanıyor hayli ilginç yarışma

Bu geleneğin bir efsanesi anlatılmakta

Efsaneye göre, yörede ağa kızına aşık olan bir çoban, kızı istetir. Ağa kızı vermez. Çobanın sevdasına fazla dayanamayan ağanın kızı hasta olup, yatağa düşer. Ağa mecburen kızını çobana vermeyi kabul eder ancak bir şart koşar. Koyunlarına 3 gün tuz verdikten sonra, Menderes Nehri'nden koyunlarını su içmeden geçirmesi halinde kızını verme sözünde bulunur. Kavalı eline alan çoban, Karabaş isimli ve sürünün başı olan El Koyunu kaval çalıp, aşkına kavuşması için kendisine sadakat göstererek, su içmeden nehirden geçmesini ister. El Koyun ve sürüdeki diğer koyunlar, çobanın sevdiğine kavuşması için su içmeden Menderes Nehri'nden geçer ve susuzluktan bütün sürü telef olur. Ağanın evine giden çoban, sevdiği kızın öldüğünü görünce dağlara çıkar ve bir daha da kendisinden haber alınamaz.

Göllerin Adları ve Adların Nereden Geldiği

| Pazar, Ağustos 23

Göllerin adlarını nereden geliyor merak ediyorsanız aşağıda Türk dünyasından ve Türkiye'de ki bazı göllerin adlarının nasıl meydana geldiğine dair bir çalışmayı okuyabilirsiniz. bu çalışmayı kaleme alan Aziz Ayva'dır (Türk Dünyasında insan asıllı göl Efsaneleri) Bu göllerden bazılarının efsanelerini blogumuzda daha detaylı anlatımla bulabilirsiniz

Rabiga Gölü adını, hacca gitmek için yola çıkan ve yolda susuz kalınca dua

ederek Allah’ın hikmetiyle suya kavuşan Rabiga’dan almıştır: (Tatar)

Kaban Gölü adını, Tatar Türkleri’nin tarihî-efsanevî kahramanı Kaban’dan

almıştır: (Tatar). Kaban Bey, Tatar halkını Rusların zulmünden

kurtaran, onları yeniden tek millet olarak etrafında toplayan ve bu gölün

çevresini kendilerine yurt tutan bir kahramandır.


Serbi Gölü adını, kendisini evlâtlık alan zengin adamın, bir tanıdığına

satacağını duyan Serbi adlı kızın orada bulunan bir suya atlamasından

almıştır: (Tatar).


İyeli Göl adını, her gün güzel bir kız şekline giren ve gölde her sabah

özene bezene yıkanan iyeden almıştır: (Başkurt).


Pervane Gölü adını, ayrı kentlerden olan ve birbirlerini görebilmek için

delikanlının, köyleri arasındaki gölü aşmak zorunda kalan sevgilisi

Pervane’den almıştır: (Azerbaycan).


Abdülharap Gölü adını, kendisini ağırlamayan köylülere beddua edip onları

şiddetli yağmurlar altında bırakan misafirin zamanla bozulmuş adından

almıştır: (Adıyaman/Çelikhan). Bu gölümüzün adında,

iyilik timsali Abdül... adı ile, meydana gelen olayın sonucuyla ilgili harap

kelimesini birleşmiş olarak görüyoruz.

Gölün bir bölümü, orada boğulan bir gelinin adıyla anılır: Gelin

Boğan (Adıyaman/Çelikhan).


Çıldır Gölü adını, dokuz burma musluklu çeşmesi bulunan şehirdeki Göyçek

adlı kızın, çeşmeleri burmayı unutmasıyla bütün şehrin sular altında kalması

ve etraftan da bunu görenlerin çıldıranın gölü, çıldırmışın gölü

söyleyişlerinin bozulmasından almıştır: (Ardahan).

Gölün bir bölümü; adını, sevgilisiyle buluşmak için yüzerken orada

boğulan Hafız adlı gençten almıştır: Hafız Boğulan (Ardahan).


Hz. Ali Gölü adını, bir sefer sırasında gezinti yaparken göldeki ejderhayı

gölün dibine bağlayan ve halkın böyle bir zulümden kurtulmasını sağlayan

Hz. Ali’den almıştır: (Artvin).


Göl; adını, modern Türk hikâyeciliğimizde (Sabahattin Ali, Hasan

Boğuldu hikâyesi) de işlendiği üzere, hazin bir aşk hikâyesine bağlı olarak

delikanlının, coşkun akan suların bir bölümünde boğulmasından almıştır:

Hasan Boğuldu (Balıkesir).


Baho Gölü adını, hiç insan içine karışmayan, sürekli olarak gölün yanına

sırt üstü uzanıp gökdeki yıldızları seyreden, zamanla da bu yıldızlardan

birine âşık olan Baho adındaki çobandan almıştır: (Diyarbakır/Çarıklı köyü).


Gölbaba adını, kendisine yiyecek vermeyen köylülere beddua edip onları

sulara gark eden veliden almıştır: (Edirne/Değirmenyeni köyü).

Türk düşünce sistemine göre göllerin iyeleri olduğu düşünülürse gölün

adındaki baba kelimesi de bu gölümüzün insan asıllı olduğunu

göstermektedir.


Hazar Gölü adını, Kilise Papazı’nın kızına âşık olan ve onunla buluşmak

için her gece Hazar’ın sularını yüzmek zorunda kalan Çoban Hazer’den

almıştır: (Elâzığ).


Şeyhin Gölü adını, yakınında sürekli olarak ibadet eden, keramet sahibi bir

Şeyh’ten almıştır: Şeyhin Gölü (Elâzığ/Palu).


Ali Gelmez Gölü adını, arkadaşlarıyla yüzmeye giden Ali adındaki gencin suya

dalıp bir daha çıkmaması ve arkadaşlarının, “Ali gelmedi!” söyleyişinin

zamanla bozulmasından almıştır: (Elâzığ/Palu).


Gavurun Gölü adını, bir göl yaptırarak suyu ile orada turfanda sebze yetiştiren

bir Ermeni’den almıştır: (Erzincan/Davarlı köyü).


Kadı Gölü adını, çok az suyu bulunan bir yerden atıyla geçmek zorunda

kalan ve geçerken de orada kaybolan bir kadıdan almıştır: (Erzincan/Kemaliye).


Pir Gölü adını, içinde yaşadığına inanılan bir pirden almıştır: (Erzincan/Palu).


Balıklı Göl adını, savaş sırasında gölden kaybolan, savaş bitince de geri

dönen rengarenk balıklar bulunan bir havuzun bekçiliğini yapan Balıklı

adındaki evliyadan almıştır: (Erzurum/Balıklı köyü).


Gelin Geldi Gölü adını, sevmediği biriyle evlendirilmeye çalışılan bir gelinin,

düğün alayının konaklaması sırasında, oradakilerin gözleri önünde sulara

doğru dalıp gitmesi, kaybolması ve sulardaki en ufak bir kıpırdamanın da

gelinin geleceğine yorulması olan “Gelin geldi!” söyleyişinden almıştır:

(Erzurum/Ilıca).


Tortum Gölü adını, sevdiği gençle evlenmesine izin verilmeyen ve son arzusu

olarak da oraya kendi adının verilmesini isteyen Tortum adlı bir kızdan

almıştır: (Erzurum/Tortum).


Hekti Ahmet Gölü adını, gözlerini mal hırsı bürümüş iki damadın, o yörede varlıklı

biri olan kayın babaları Hekti Ahmet’i göle atmalarından almıştır: (Giresun).


Can Boğ Gölü adını, her yıl etrafında panayır yapan Rumlar’ın ayrılırlarken bir

kişiyi boğup göle atmalarından almıştır: (Giresun/Kavaklıdere

köyü).


Sapanca Gölü adını, kendisine yardım etmeyen köylülere, saban veya

sapancılıkla uğraşan bir dedenin beddua edip onları sulara gark etmesi

sonucundan almıştır: (Kocaeli).


Sultan Gölü adını, güzelliğiyle dillere destan Sultan’ın, yanık kavalıyla

peşinden koşturduğu Külâhçıoğlu’nun aşkından kendini göle atmasından

almıştır: (Sivas).

Hz. İbrahim Gölü/Balıklı Göl adını, Hz. İbrahim’in kâfirler tarafından ateşe atılıp, ateşin göle

dönüşmesi sonucunda o peygamberden almıştır: (Urfa).


Nemrut Gölü adını, İslâma karşı savaşan Nemrut adındaki kâfir bir

hükümdardan almıştır: (Van).


Ahtamar, Akdamar Gölün bir bölümü veya göldeki ada; adını, sevdiği Hrıstiyan kızla

buluşmak için aralarındaki gölü her gün yüzmek zorunda olan bir gencin, bir

gece sulara kapılarak can havliyle bağırdığı sevgilisinin adının zamanla

bozulmasından almıştır: (Van).


Elazığ Efsaneleri

|
Teşekkürler efsanemit okuyucuları;
İşlerimizin yoğunluğu nedeniyle Efsaneler sitemizde eskisi gibi sık sık efsane destan paylaşamıyoruz. Buna rağmen sitemize göstermiş olduğunuz ilgi için teşekkür ederiz. Sizlere Elazığ efsanelerinin derlendiği bir çalışmayı tanıtmak istiyorum. Aşağıda elazığ yöresine ait efsanelerin ana başlıkları bulunmakta Bu çalışmayı edinmek istiyorsanız temin edeceğiniz iletişim bilgileri de yazının sonunda bulunmaktadır. bu efsanelerden bazıları sitemizde bulunuyor.

ELÂZIĞ EFSANELERİ (METİNLER)


I.DİNÎ EFSANELER


A.EVLİYA MENKABELERİ

1.Abdülvahab Gazi

2.Cemâl Abdal

3.Evliya Baba-I

4.Hasan Baba

5.Şeyh Ahmet Pekevî

6.Şarik-Şivan

7.Septi Hz.-I

8.Septi Hz.-II

9.Molla Kasım-I

10.Molla Kasım-II

11.Miyadınlı Mehmet Baba

12.Şeyh Hasan Efendi

13.Şeyh Ali Efendi-I

14.Şeyh Ali Efendi-II

15.Şeyh Ali Efendi-III

16.İmam Efendi

17.Asker Ahmet Baba

18. Beyzâde Hoca

19.Hamza Baba-I

20.Hamza Baba-II

21.Mehmet Baba

22.Hacı Abdullah Efendi


B.KUTSAL KABİRLERLE İLGİLİ EFSANELER

23.Sefkâr Baba

24.Topçu Baba

25.Evliya Baba-II

26.Şeyh Alâeddin Efendi-I

27.Şeyh Alâeddin Efendi-II

28.Şeyh Ali Efendi


C.MECNUNLARLA İLGİLİ EFSANELER

29.Deli Mehmet

30.Deli Mustafa-I

31.Deli Mustafa-II

32.Deli Mustafa-III

33.Deli Mustafa-IV

34.Deli Hakkı-I

35-Deli Hakkı-II

36.Deli Cevdet-I

37.Deli Cevdet-II

38.Deli Cevdet-III

39.Deli Mehmet-I

40.Deli Mehmet-II


D.HIZIR-İLYAS vd. İLE İLGİLİ EFSANELER

41.Hızır-İlyas ve İskender

42.Hızır (A.S.)-I

43.Hızır (A.S.)-II


II.AL KARISI, KAPOS (KEPOZ) VE CİNLERLE İLGİLİ EFSANELER

44.Al Karısı-I

45.Al Karısı-II

46.Kapos-I

47.Kepoz-II

48.Cinler


III.TAŞ KESİLME EFSANELERİ

49.Ejderha Taşı-I

50.Ejderha Taşı-II

51.Kırmızı Gelin Dağı

52.Kara Mağara Köprüsü

53.Hazine


IV.HAYVAN EFSANELERİ


A.ŞEKİL DEĞİŞİKLİĞİYLE İLGİLİ EFSANELER

54.Pepuk Kuşu

55.Keko Kuşu

56.Ayı

57.Köstebek

58.Dağ Keçisi ve Avcı


B.AÇIKLAYICI EFSANELER

59.Baykuş, Karga ve Serçe

60.Keklik

61.Moz


V.YER ADLARIYLA İLGİLİ EFSANELER


A.MESKÛN YERLERLE İLGİLİ EFSANELER

62.Taşça Yokuşu

63.Şefkat

64.Kurtdere

65.Obuz

66.Arındık

67.Baskil

68.Ağın

69.Süt Kalesi


B.YERYÜZÜ ŞEKİLLERİYLE İLGİLİ EFSANELER

70.Dua Dağı

71.Hazar Dağı

72.Çile Dağı

73.Kara Göbek Dağı

74.Karınca Kayası

75.Buzluk-I

76.Buzluk-II

77.Deve Gölü

78.Gölcük-I

79.Gölcük-II


C.DİĞERLERİ

80.Lânet Taşı


İsmail GÖRKEM, Elazığ Efsaneleri (İnceleme-Metinler), Manas Yayıncılık, Elazığ 2006.
EDİNME ADRESİ: Nailbey Mah. Vali Fahribey Cad. Huzur İş Merkezi Nu.: 1, Kat:
5/14-ELAZIĞ. Tel. 0.424.2371315)


Tarsus Çatalburun Av Köpekleri Satın Alma Bilgilendirme

| Cumartesi, Nisan 25
http://www.tarsuscatalburun.net/
Tarsus'a yöresinde yetiştirilen ve burunlarının ayrıklığından dolayı Çatalburun olarak adlandırılan Tarsus Çatalburun av köpeklerini daha önceden hiç duymuşmuydunuz. Avcıların bir numaralı yardımcısı olan Catalburun hakkında bilgi edinmek ve bu köpeklerden edinmek isterseniz tarsuscatalburun.net adresini ziyaret edebilirsiniz.
http://www.tarsuscatalburun.net/
Sitede çatal burunlar hakkında bilginin yanında catalburunların resimlerini galeride görebilir. birebir iletişime geçebilirsiniz uygun fiyatlarla satılan catalburun yavruları konusunda ayrıca satış sonrasında da yadımcı olunmakta
http://www.tarsuscatalburun.net/
Catalburun av köpekleri Tarsus yöresine özgüdür. Catalburun av köpeği ırkının tüm özelliklerini sadece bu bölgedeki köpeklerde bulabilirsiniz.
Tarsus Çatalburun Av köpeği ayrıca iyi bir bekci köpeğidir ve çocuklarla kurduğu iletişim nedeniyle ev köpeği olarak da satın alabilirsiniz.

İstanbul Semt Adları

|


Dünyanın en eski şehirlerinden biridir Tarihin her döneminde İstanbul medeniyetin yükseldiği şehir olmuş ve bu özelliği nedeniylede bir çok defa kuşatılmıştır. Roma imparatorluğunun doğudaki kapısı olan İstanbul hala günümüzde rüya şehir olma özelliğini korumaktadır. Taşı toprağı altın denilen İstanbul'da geçekten taşında toprağında altın var mı bilinmez ama nereye kazma vurulsa geçmişin mirası insanlık tarihine ışık tutacak olan tarihi eserler gün ışığına çıkmakta İstanbul 1453 yılında Osmanlı hakimiyetine geçti ve yüzyıllarca Osmanlıya başkentlik yaptı 1923 yılından bu günede Türkiye'nin en gözde şehri olmayı sürdürüyor.

İstanbul'un kendisi kadar semtleri de ünlüdür. ve bir çok semti hayatında bir kez istanbul'a gitmemiş orada bulunmamış insanlarca da bilinmekte peki İstanbul'un bu ünlü semtlerinin adları nereden gelmekte

BEBEK
Semtin isminin nereden geldiği konusunda iki rivayet bulunuyor. Bunlardan ilki, Fatih Sultan Mehmet'in bölgeyi koruması için gönderdiği bölükbaşının Bebek lakaplı olması. Diğeri ise padişahın semtteki bahçesinde gezerken yılan görüp korkan şehzadesine bebek demesi ve bundan sonra bahçesinin bebek bahçesi olarak anılması.

AŞİYAN
Kuş yuvası. Günümüzdeki ismini şair Tevfik Fikret'in burada bulunan, Farsçada kuş yuvası anlamına gelen 'Aşiyan' isimli evinden alıyor. Bağlarbaşı: Semt, en ünlü bağ ve bahçelerin bir dönem burada yer almasından dolayı bu adla anılıyor.

VELİEFENDİ
Hipodrom bir zamanlar Şeyhülislam Veli Efendi'nin sahibi olduğu topraklar üzerinde kurulduğundan semtin adı Veli Efendi'yle anılıyor.

BEYAZIT
Sultan II. Beyazıt'ın buraya kendi ismiyle anılacak bir külliye yaptırmasından sonra semt, Beyazıt olarak anılmaya başladı.

AKSARAY
Fatih'in sadrazamı Ishak Paşa, Iç Anadolu Bölgesi'ndeki Aksaray'ı ele geçirdikten sonra orada yaşayan bölge insanlarını bugünkü Aksaray semtinin bulunduğu yere gönderir. Aksaraylılar da semte adlarını verirler

BEYOĞLU
Semtin isminin nerden geldiği konusunda çeşitli rivayetler bulunuyor. Bunlardan ilkine göre, Islamiyet'i kabul edip burada oturmaya başlayan Pontus Prensinden adını alıyor semt. Diğerine göreyse, 'Bey Oğlu' diye anılan Venedik Prensinin burada oturmasından geliyor semtin adı. Son bir rivayet de, burada oturan Venedik elçisine, yazışmalarda, "Beyoğlu" diye hitap edilmesinden semtin bu adla anıldığını söylüyor.

BAKIRKÖY
Bizanslıların 'Makri Hori' dedikleri semt, 14. yüzyılda Osmanlıların eline geçince 'Makriköy' adını aldı. 1925'te ulusal sınırlar içindeki yabancı kökenli adların değiştirilmesi sırasında Atatürk'ün isteğiyle semt Bakırköy adını aldı

BOSTANCI
Semt, adını eskiden her türlü meyve ve sebzenin yetiştirildiği bostanlardan biri olmasından alıyor.

ÇEMBERLİTAŞ
Bizans'ın en önemli meydanlarından Constantinus Forumu'nun bulunduğu yerdeki büyük sütunlardan birisi olan Çemberlitaş, semte adını verdi.

ÇENGELKÖY
Eskiden gemi çapaları bu köyde yapıldığı için isminin buradan geldiği tahmin ediliyor.

GALATA
Gala, Rumca da "süt" anlamına geliyor. Bir rivayete göre Galata'nın adı semtteki süthanelere gönderme yapılarak türetildi. Başka bir görüşe göre ise Italyanca 'denize inen yol' anlamına gelen 'galata' kelimesi düşünülerek bu isim verildi.

EMİNÖNÜ
Osmanlı döneminde çarşıdaki esnafı denetleme yetkisi 'Emin'lere aitti. Semt, adını burada bulunan 'Gümrük Eminliği'nden alıyor.

ÜSKÜDAR
Bizans devrinde, Skutari denilen asker kışlaları, şehrin bu yakasında yer aldığı için semt Skutarion diye anılıyordu. Bu isim zamanla Üsküdar'a dönüştü.

TAKSİM
Osmanlı zamanında sucuların; suyu, halka taksim ettikleri yer, Taksim olarak anılmaya başlandı.

TAHTAKALE
Sözlük anlamı 'kale altı' olan Taht-el-kale'nin bozulmasıyla Tahtakale'ye dönüşen semtin, Mercan ya da Beyazıt dolaylarındaki eski sur benzeri yapının aşağı kotunda yer aldığı için bu ismi aldığı tahmin ediliyor.

ŞAŞKINBAKKAL
Henüz yerleşimin olmadığı dönemlerde yaz günleri denizden yararlanmak için bölgeye gelenlere bir bakkal dükkânı açıldığını görenler, burada iş yapılmayacağını düşünerek bakkala "şaşkın bakkal" yakıştırması yaptılar. Bundan sonra da semt Şaşkınbakkal olarak anılmaya başlandı.
ŞİŞLİ
Şiş yapımıyla uğraşan ve Şişçiler diye anılan bir ailenin burada bir konağı olduğu ve 'Şişçilerin Konağı'nın zamanla değişikliğe uğrayarak 'Şişlilerin Konağı' hâline gelmesiyle semtin adının Şişli olarak kaldığı anlatılıyor.
SÜTLÜCE
Bugün Sütlüce semtinin olduğu yerde Süt Menbat isimli bir Rum köyü vardı. Köyün bir köşesindeki bakır bir kadın heykelinin memelerinden su akar; bu suyun, kadınların sütünü çoğalttığına inanılırdı. Bundan dolayı semt, Sütlüce olarak anılır oldu.
AHIRKAPI
Marmara Denizi'nin kıyısında yer alan yedi ahır kapısından birisi olan bu semte, Padişah atlarının bulunduğu has ahırın yanında yer aldığı için Ahırkapı ismi verildi.

Alangova, Alan-hoa

| Cuma, Nisan 24
Börtecine soyundan Minekli'nin oglu Yıldız Han'ın iki çocuğu olmuş, bunlar kendisinden önce ölmüs. Buyuk oğlu(Dubun) adında bir erkek, ikincisi de (Alangova) adında bir kız bırakmış.
Yıldız Han bunları evlendirmiş, (Bilgutay), (Bekcitay) adında iki erkek çocukları olmuş. Çok geçmeden Alangova'nın kocası ölmüş, dul kalmış, kendisini Han'lar istemiş ise de varmamiş.
Alangova'nın gebe kalışı:
Alangova bir gece sarayında yatarken, seher vakti uyanıp bacadan odaya nurlu bir gölgenin indiğini, bu gölgeden beyaz yüzlü, şehla gözlü bir adamın çıktığını gördü. Yanında yatan kadınları uyandırmak için haykırmak istedi, fakat dili tutulduğundan bir türlü sesi cıkmadı. Kalkmaya çalıştı, elinin ayağinin kuvveti kesilmiş olduğundan kıpırdanamadı. Aklı yerinde olduğu için herşeyi görüyor, biliyordu.
Adam yavaş yavaş yatağa girdi. Sonra yine bacadan çıktı, gitti. Alangova: (Bunu söylesem kimse inanmaz.) diye olanı biteni gizli tuttu. Adam beş altı gecede bir gelmeye başladı. Alangova ilk geceden gebe kalmıştı. Dört beş ay geçince iş anlaşıldı. Kardeşleri gebeliğinin nedenini sordular. O da ne olmuşsa anlattı ve: (Bana eş lazım olsa bir kocaya varırım. Her ne kadar kadın isem de, bir çokları beni padişah edinmek için istemişti. Kendimi bunca ilimi, iki oğlumu halk içinde rüsva edecek bir hali asla caiz görmem. Birkaç gece evimin etrafında saklanırsanız Allah beni mahcup bırakmaz) dedi.
Herkes Alangova'nın sözüne inandı. Üç kisi evin etrafında nöbet beklediler.
Birkac gün sonra gökten seher vakti nurlu bir şeyin indiğini, Alangova'nın bacasından içeri girdiğini, bir zaman sonra cıktığını gördüler. Böylece Alangova'nın sözünün doğruluğuna inandılar.

efsanemit.com olarak url değişmiştir

|
İnsana Dair efsaneler dedik ve Dunbuguninsan.blogspot adresinden blogger de sizlerle efsaneleri paylaşmaya başladık. şimdi artık yeni bir adresimiz bulunmakta efsanemit.com blogumuza eski adresden ulaşabileceğiniz gibi yeni adresimizden de rahatlıkla ulaşabileceksiniz blogger'ın ücretsiz hostinginden yararlanmaya devam edeceğiz ileride daha farklı projelerle sizlerle olacağız ama şimdilik bir süre gerek özel gerekse iş hayatım (eğitim) nedeniyle sık sık güncelleme yapamayacağımı da siz efsane severlere bildirmek isterim.

Efsaneler blogumuzun yeni domain adını isimtescil.net adresinden aldık hemde uygun bir fiyatla tavsiye ederim blogun yönlendirmesi ise bloggerlar için oluşturulmuş bulunan dinamik DNS yönetim panelinden kolayca yapılabiliyor ve çabucak sonuç alabilirsiniz.



Efsaneler ve Beklentiler

| Salı, Nisan 21
Adı üstünde insana dair efsaneler destanlar bulunmakta blogumuzda özelliklede yaşadığımız çoğrafya ile ilgili efsaneler

Herhangi bir bölgede geçen Efsanenin bir çok varyantı olabiliyor. aynı isim altında farklı anlatımlar veya benzer konunun farklı bölgelerde geçmesi

Efsane konusunda Blogumuz genelde okullu gençlerin ödevlerini yapmak için önemli bir başvuru kaynağı şeklinde kimilerinin teşekkürünü alırken kimilerinden de iğrenç beğenmedim kötü gibi eleştiriler alıyoruz kimileri okul kitaplarında daha farklı olduğunu söylüyor öğretmeninin beğenmediğinden yakınıyor

Öncelikle şu bilinmelidir ki bizlerin efsaneleri kafamıza göre yazma lüksümüz bulunmamakta Türk efsane yazarlarlığında önder hatta bu konuda en önemli kaynak olma özelliği taşıyan yazarlardan alıntılar yaptığımız gibi devletimizin resmi sitesinden de hem türkiye hemde Türk dünyası ile ilgili Efsaneler için alıntılar bulunmakta ve hepsinden önemlisi Türk kültürünü araştırma işini kendine görev edinmiş bu konuda bir çok çalışmalar yapmış bilinmeyen bir çok kültür ögesini günyüzüne çıkarmış Türkoloji kürsülerinden de yararlandık

şimdi tüm bunlara rağmen blogumuzda bulunan efsane , destan, ve benzeri anlatıları biz kaleme almamışken ve okul kitabındaki ile aynı olmadığı için yada aradığı efsaneyi bulamamış ama benzeri bir efsaneye ulaşmış kişinin bu bloga veya başka sitelerde ki efsanelere destanlara kötü iğrenç ve benzeri bir yakıştırma yapmaya ne kadar hakkı bulunmaktadır.

Öğretmenlere de bir çift söz etmek gerekirse madem kitapda bulunuyor. neden aynı efsaneyi araştırmalarını söylüyorsunuz. efsaneler konusunda neden bilgilendirmiyorsunuz ve varyantları olabileceğini söylemiyorsunuz madem konu efsaneleri araştırmak o zaman çocukları neden serbest bırakmıyorsunuz illa sizin kafanızda yer edinmiş haliyle gelen efsane mi doğrudur.

Öğretmen O kişidir ki öğrenciyi eğitip geliştirmekten çok kendini eğitip geliştirmiş ve kendisinin bilgi birikiminden yararlanmak isteyen genç beyinlere araştırmayı sorgulamayı öğretebilen insandır yok siz böyle değilseniz adınız öğretmen diye öğretmen olmuş olmuyorsunuz.

Blogumuza illerin adlarını öykülerini efsanesini aratarak gelen arkadaşlar bulunmakta bazı iller ile ilgili efsane maalesef blogumuzda yok bazılarında da ilin efsanesi olmasada o ille ilgili olan ilçenin köyün bucağın efsanesi olabiliyor.

Ben ve bir zamanlar bloguma katkı sağlayan Canan Hanımefendi elimizden geldiğince blogumuzu geliştirdik. siz eğer blogun efsane konusunda yetersiz olduğunu düşünüyorsanız. katkılarınızla bu yetersizliği aşabiliriz yeterki amacımız daha iyi olsun

Tüm efsanecilere sevgi ve saygılarımla yeren öven herkese teşekkürler bir süredir yeni efsane ekleyemiyorum. malum herkes gibi benimde hayatım var ve hayatımda şu sıralar eskisi gibi zaman bakımından yeterli bir boşluk bulunmuyor ve benimde sizler gibi et ve kemikden bir insan olduğumu unutmayın yeni efsaneler eklenecek ama şimdiden şu gün diyemiyorum. hayatımın en sert virajlı zamanlarını yaşıyorum. gidişlerin dönüş olduğu bir zaman bunlar elbet sizi ilgilendirmez Allah takdir ederde gelgit yaşamım huzura erdiğinde bu eklemeleri yapacağımı biliniz tekrar sevgi ve saygılarımla sorularınız ve ödevleriniz için egisel@windowslive.com msn adresimi kullanabilirsiniz

Blog Ödülleri 2009

| Çarşamba, Şubat 18
Biliyorsunuz ilki geçen yıl olmak üzere Blog ödülleri adında bir yarışma düzenlendi. Blog ödüllerinin düzenleniş şeklinden tutun oylamaya da dahil olmak üzere bir çok konuda aksaklıklar olmasına rağmen Türkiye'de bu konuda ilk olma özelliği taşıdılar.
Blog ödülleri 2008 de değerli dostlarımdan kendine has uslubuyla mükemmel bir blog yazarı olan geyik mühendisi nam-ıyla gönlümüze taht kurmuş orçun kardeşimizde ödül almıştı.

ödüller verilir ödüller alınır önemli olan nedir ödül almak mı ödüle değer bulunmak mı yoksa yapılan işten dolayı haz almak ve gönüllerde taht kurmak mıdır

yalansız dolansız bu ödülleri blog yazarlarına okuyucularının vermesi bence en makbul olanıdır.

blogumda bir süredir eskisi gibi sık sık güncelleyemiyorum. bugün blogumun kontrol paneline girdiğimde şu yorumla karşılaştım

Adsız dedi ki...
çok beğndim sitenizi şu anda 12 yaşındayım adım betül ödevimi kendi memleketimleilgili yapmak istedim ve çok yardımcı oldunuz teşekkür ederim bu arada elazığdanistanbula tşındık oraları çok özlüyorum

benim için ödül işte bu

her neyse kahvaltı masası bir mim eşliğinde beni de ödülle değer bulmuş ve 7 kişilik listesine eklemiş teşekkür ederim
bu mim gereği 7 kişiye ödül vermek gerekirmiş. müstehcenlik içermemek küfür hakaret etmemek siyaseten dansözlük yapmamak gibi temelinde devletine milletine örfüne ananesine bağlı insan olabilmenin meziyetlerini taşıyan ve içinden gelenleri herhangi bir şekilde yukarıda belirttiğimiz değerlerede bağlı kalmak şartıyla blog yazan herkes bu ödüle tarafımdan layıktır. ayrıca bir süredir güncelleyemediğim ve yeni eklemeleri yapamadığım google reader blogumdakilerde bu ödüle layıklar

iyi ki blog yazıyorsunuz

Türk Destanları

| Pazartesi, Ocak 26
TÜRK DESTANLARI

Bütün dünya edebiyatlarında olduğu gibi Türk Edebiyatının da ilk örnekleri destanlardır. Türk edebiyat geleneği içinde "destan" terimi birden fazla nazım şekli ve türü için kullanılmış ve kullanılmaktadır. Eski Türk Edebiyatı nazım şekillerinden mesnevilerin bir bölümü ve manzum hikâyeler, Anonim edebiyatta ve Âşık edebiyatında koşma veya mâni dörtlükleri ile yazılan veya söylenen ferdî, sosyal, tarihi, acıklı veya gülünç olayları tahkiye tekniği ile çeşitli uslûplarla aktaran nazım türüne ve bu yazıda ele alınan kâinatın, insanlığın, milletlerin yaradılışını, gelişimini, hayatta kalma mücadelelerini ve çeşitli olay ve nesnelerle ilgili sebeb açıklayan ve Batı Edebiyatında "epope" terimiyle anılan eserlerin tamamı da Türk edebiyatı geleneği içinde "destan" adı ile anılmaktadır. Bütün dünya edebiyatlarının başlangıç eserleri olan destanlar, çeşitli konularda yaradılış hikâyeleri yanında, milletlerin hayatında büyük yankılar uyandırmış bir kahramanın veya tarih olayının millet muhayyilesinde ortak sembol ve ifadelerle zenginleştirilmiş uzun manzum hikâyeleridir. Destanlar bütün bir milletin ortak mücadelesini ortak değerler, kurallar, anlamlar bütünlüğü içinde yorumladığı ve yaşatıldığı toplumun geçmişini ve geleceğini temsil ettiği için dünya edebiyatının en ülkücü eserleri olarak kabul edilirler. Destanlar her zaman tarihî gerçekleri doğru biçimde nakletmezler. Destanlarda tarihi olay ve kahramanlar milletin ortak bilinçaltının, vicdanının istek, beklenti, doğruları ve değerleri ile idealleştirilir, eski hatıralarla birleştirilerek tarihî gerçekmiş gibi anlatılırlar. Her milletin millî kimlik ve nitelikleri, ortak dünya görüşü, hatıra ve beklentileri yanında kusurları ve yanlışları da destanlarına yansır. Cihangirlik tutkusu, kuvvet, binicilik ve savaşcılık yanında verdiği sözde durma, acizlere ve mağluplara hoşgörü ile yaklaşma, yardımcı olma Türk destanlarında dile getirilen ortak değer ve kabullerdir. Türk destanları, kâinatın, insanın, kadının ve erkeğin yaradılışı, Türk milletinin doğuşu, çeşitli Türk devletlerinin kuruluş gelişme, çöküşleri, zafer ve yenilgileri gibi konularla beraber pek çok sebeb açıklayıcı efsaneyi de içinde barındırır. ilk örneklerinin manzum olduğu kabul edilen Türk destanlarından Kırgız Türkleri arasında yaşayan Manas destanı dışında bütünüyle günümüze gelebilen örnek bulunmamaktadır. Diğer Türk destanları çeşitli kaynaklarda özet, epizot, hatıra, kısaltılmış seçme metinler halinde bulunmaktadır.

Türk tarihine anahatlarıyla bakıldığında Türk hayatı fetihlerle başlamış ve yeni toprakları yurt edinerek gelişmiştir. ilk anayurt olan Orta Asya hiç bir zaman terkedilmemiştir. Türk halkları ilk anayurt olan Orta Asya'dan itibaren dünya coğrafyası üzerinde geniş alana yayılmış ve bugün yedi Türk cumhuriyetinde, pek çok özerk toplulukda ve çeşitli devletlerin idaresinde azınlık halinde yaşamaktadır. Türk kültürü de tarih ve coğrafyadaki çok boyutluluğa paralel olarak çeşitlenmiş farklı seviye ve birikimlerle zenginleşerek ve farklılaşarak ancak ilk kaynaktan gelen ortaklıklarını sürdürerek günümüze ulaşmıştır. Bu sebeble Türk destanları da tarihî ve coğrafî çok boyutluluğun getirdiği dil ve kültür dairelerine paralel olarak çeşitlenmiştir. Türk destanları, anahatlarıyla kültür dâirelerine, kronolojik ve içinde teşekkül ettikleri veya muhafaza edildikleri siyâsî birliklere göre şöyle sınıflandırılmaktadırlar:

İlk Türk Destanları

1.Altay - Yakut
Yaradılış Destanı
2.Sakalar Dönemi
a.Alp Er Tunga Destanı
b.şu Destanı
3.Hun Dönemi
Oğuz Kağan Destanı
4.Köktürk Dönemi
a.Bozkurt Destanı
b.Ergenekon Destanı
5.Uygur Dönemi
a. Türeyiş Destanı
b. Göç Destanı

İslamiyetin Kabulunden Sonraki Türk Destanları :

1.Karahanlı Dönemi
Satuk Buğra Han Destanı

2.Kazak-Kırgız Kültür Dâiresi
Manas

3.Türk-Moğol Kültür Dâiresi
Cengiz-name

4.Tatar-Kırım
Timur ve Edige Destanları

5.Selçuklu-Beylikler ve Osmanlı Dönemleri
a. Seyid Battal Gazi Destanı
b. Danişmend Gazi Destanı
c. Köroğlu Destanı

Türk Kozmogonisi-Yaradılış Destanı:

Altaylardan Verbitskiy'in derlediği yaradılış destanı özetle şöyledir: Yer gök hiç bir şey yokken dünya uçsuz bucaksız sulardan ibaretti. Tanrı Ülgen bu uçsuz bucaksız dünyada durmadan uçuyordu. Göklerden gelen bir ses Tanrı Ülgen'e denizden çıkan taşı tutmasını söyledi. Göğün emri ile oturacak yer bulan Tanrı Ülgen artık yaratma zamanı geldi diye düşünerek şöyle dedi :

Bir dünya istiyorum, bir soyla yaratayım
Bu dünya nasıl olsun, ne boyla yaratayım
Bunun çaresi nedir, ne yolla yaratayımş
Su içinde yaşayan Ak Ana, su yüzünde göründü ve Tanrı Ülgen'e şöyle dedi :
Yaratmak istiyorsan Ülgen, Yaratıcı olarak şu kutsal sözü öğren :
De ki hep," yaptım oldu " başka bir şey söyleme.
Hele yaratır iken,"yaptım olmadı" deme.
Ak Ana bunları söyledi ve kayboldu. Tanrı Ülgen'in kulağından bu buyruk hiç gitmedi. İnsana da bu öğüdü iletmekten bıkmadı : " Dinleyin ey insanlar, varı yok demeyin. Varlığa yok deyip de, yok olup da gitmeyiniz." Tanrı Ülgen yere bakarak : " Yaratılsın yer!" Göğe bakarak "Yaratılsın Gök!" Bu buyruklar verilince yer ve gök yaratılmış. Tanrı Ülgen çok büyük üç balık yaratmış ve dünya bu balıkların üzerine konmuş. Böylece dünya gezer olmamış bir yerde sabit olmuş. Tanrı Ülgen balıkların kımıldadıklarında dünyaya su kaplamasın diye Mandı şire'ye balıkları denetleme görevi vermiş. Tanrı Ülgen, dünyayı yarattıktan sonra tepesi aya güneşe değen etekleri dünyaya değmeğen büyük Altın Dağın başına geçip oturmuş. Dünya altı günde yaratılmışdı, yedinci günde ise Tanrı Ülgen uyumuş kalmışdı. Uyandığında neler yarattım diye baktı: Ayla güneşden başka fazladan dokuz dünya birer cehennem ile bir de yer yaratmıştı. Günlerden bir gün Tanrı Ülgen denizde yüzen bir toprak parçacığı üzerinde bir parça kil gördü" insanoğlu bu olsun, insana olsun baba." dedi ve toprak üstündeki kil birden insan oldu. Tanrı Ülgen bu ilk insana "Erlik" adını verdi ve onu kardeşi kabul etti. Ancak Erlik'in yüreği kıskançlık ve hırsla doluydu. Tanrı Ülgen gibi güçlü ve yaratıcı olmadığı için öfkelendi.

Tanrı Ülgen, kemikleri kamıştan, etleri topraktan yedi insan yarattı. Erlik'in yarattığı dünyaya zarar vereceğini düşünerek insanı korumak üzere Mandışire adlı bir kahraman yarattıktan sonra yedi insanın kulaklarından üfleyerek can, burunlarından üfleyerek başlarına akıl verdi. Tanrı Ülgen insanları idare etmek üzere May-Tere'yi yarattı ve onu insanoğlunun başına han yaptı. Yakut'lardan (Saka) derlenen yaradılış efsaneleri de Altay yardılış destanının yakın varyantı niteliğindedir. XIX. yüzyıl’da derlenen bu efsanelerin çeşitli din ve kültürlerin etkilerini taşıdıkları düşünülmektedir.

Prof. Dr. Umay Günay

Türk Kültürü açısından Yunus Emre'yi ele aldığı çalışmasını Pdf olarak olarak okumak isterseniz aşağıdaki bağlantıya tıklayabilirsiniz http://turkoloji.cu.edu.tr/GENEL/gunay.pdf veya farklı kaydet ile bilgisayarınıza indirebilirsiniz. Birbirinden güzel ve değerli konuara imza atan ve bize bunları ulaştıran turkoloji sitesine teşekkürler bu siteyi sık kullananlarınıza eklemenizi tavsiye ederim.

Geyik avı ve Dantipala'nın sonu

|
Hikaye bir ögretmenin, ögrencisine, canlıların öldürülmesinin ne kadar günah olduğunu anlatmasıyla başlar.

ögrenci de ögretmeninden bu öldürme günahı karşılığında, tanrı tarafından verilen cezalara bir örnek gösterilmesini ister. ögretmeni, Dantipala'nin hikayesini söyle anlatır:

Kral Dantipala adamları ile ava çıkarak bir çok geyikler avlar. Başka bir ormanda daha besyüz geyiğe rastlar. Aralarında öbürlerinden çok guzel, altın renkli bir geyik vardır ki, geyiklerin yol gösterici kralıdır. Bu ise geyik süretinde olan Buddha'nın kendisidir. Avcılar besyüz geyiği kovalamaya koyulurlar. Onları altı defa kuşatırlar. ölüm korkusu içinde çırpınan geyikler bu güzel geyiğin yanına gelerek canlarını kurtarmasını rica ederler. Fedakar, iyiliği temsil eden fazilet sahibi, geyiklerin kralı (Buddha), onlara yardımda bulunmak, gerekirse kendini feda etmek ister. Kral Dantipala'nın yanına giderek ondan beşyüz maralın (geyik) hayatını bağıslamasını rica eder. Nasihat ederek, iyilik etmeğe teşvik eder. Canlıları öldürmenin ne kadar günah olduğunu anlatmaya çalışır. Fakat Dantipala bunların hiçbirini dinlemeyerek gozleri kanla dolu olup hiddetlenerek keskin kılıcını çeker. Kutsal geyiğin boynunu kesip, başını yere fırlattığı sırada, sağ eli bileğinden koparak kılıcıyla beraber yere düşer. Dantipala feryat etmeye başlayarak yaptığı kötülüğe pişman olur. Ama iş işten geçmistir. Yer yarılır, Avici cehenneminden alevler cıkararak Dantipala'nın bütün vucudunu sarar, onu cehenneme götürür. Aviciden çıkan korkunc alevler Dantipala'yı sardıktan sonra yükselir, göğe dayanır. Korkunç bir yankı duyulur. Yagız yer deprenir. Dört tarafı ateş almıştır. Büyük dağlar yıkılarak birbirinin üzerine gelir. Dantipala da bu alevler içinde kalır, ümidi kesilir, dayanamayarak kendisinden geçer. Vucudu yanıp kavrulur. Avici cehenneminin şeytanı agzını açıp Dantipala'yı yutar.

Ulu Toyun

| Pazar, Ocak 25
Türk mitoloji örneklerine sizlerle paylaşmaya devam ediyoruz.


Ulu Toyun, Ay Toyun'un kızı Güneş'e aşık olmuş. Bir gün Ulu Toyun anası Secen'e der ki:

- Ay Toyun'un gögüne çık. Bana onun kızı Güneş'i iste. Ne kadar cok agırlık isterse hiç esirgeme, kabul et.

Secen hemen göge çıktı. Ay Toyun'un otagına gitti ve:

- Oğlum, kızınızı sevmiş, onu ogluma verir misiniz dedi.

Ay Toyun: Peki veririm, fakat iki nişan isterim: biri dalga; Göl incisi, öbürü Serap; Çöl incisi dedi.

Secen bu haberi oğluna getirdi. Ulu Toyun istenilen iki nişanın tedarikini kolay gördü. Yer üstünde, yeraltında ne kadar cinler, periler, ruhlar varsa hepsini davet etti. Cümlesi geldiler. Ulu Toyun dedi ki:

- Ey kahramanlar! İçinizde benim istediğim iki armağanı bana getirmeyi kim üzerine alacak? Bu iki armağanı bulmak, getirmek çok kolaydır. Bunun biri dalga; Göl incisi, öbürü serap; Çöl incisi dir.

Gelenlerden bu teklifi kabul edecek kimse çıkmadı. Ulu Toyun teklifi tekrar etti. Yine cevap veren olmadı. Üçüncü teklifinde kurt ile bir karga bu işi üzerlerine aldılar. Fakat kurt dalgayı tutabilmek icin uzun bacaklar istiyordu. Karga ise serabı görebilmek için keskin gözlere ihtiyaç gösterdi. Ulu Toyun istediklerini onlara verdi ve:

- Haydi kahramanlarım, gidin bana dalga ile serabı getirin dedi.

Bu iki kahraman yola düstü. Aradılar, taradılar, çok çalıştılar, ne kurt dalgayı, ne de karga serabı ele geçirdi. Yüz yıllar gecti. Bir türlü bu iki armağan gelmedi. Ulu Toyun istenilen nişanları veremedi, Güneş hanımı alamadı.

Öksüz Kız

|
Türk miteolojisinden bir örneği aşağıda okuyacaksınız bu miteolojide ayın evreleri anlatılmaktadır. ( ay neden şekilden şekile giriyor, ay neden tutulur, Dolunay neden olur ve daha fazlası)

Kışın soğuk bir gününde, öksüz bir Türk kızı, su almaya gider. Vucudu yarı çıplak, ayakları soğuktan şişkin; karnı aç, gözleri yaşlı bir haldedir.

Elinde bir bakrac vardır. Birden bir kasırga kopar. Ay ise gökteki sarayından kasırgaya tutulmus olan, bu zavallı fakir kıza bakmaktadır. Ay, kızın haline acır. Kendi kendine der ki: (Mutlaka üvey annesi bu kıza zulüm ediyor).

Öksüz kız o sırada bir çalılıktan geçmektedir, ay çalıya işaret eder: (O kızı al, yanıma gel). Ayın bu emri üzerine çalı hemen bir at olur. Bir yandan aya giden gökyolu acılır, bir yandan da at haline gelen çalı, üzerinde kız olduğu halde yükselmeye devam eder. Aya vardıklarında kız elinde bakracıyla ayın yanında durur.

Ay, bu öksüz kızı sever, içi ürpermeye başlar. Şekilden şekile girmeye baslar. Bundan sonra ayın gökte şekilden şekile girişi de, bunun ve sevgisinin sonucudur.

Ilk geceler ay bir gümüş yay gibidir. Öksüz kız büyüdükce ay da büyümektedir. Bazı zamanlarda bu kız gökteki ayın sarayından içeri girer, halı dokur. O zaman ay sevgilisini görmediği için üzülür, hilale döner. Bazen de kızın keyfi yerine gelir, çosar, neşelenir. O zamn ayın yüzü güler, dolun halni alır.

Ayın keyfini kaçıran güclü bir rakibi vardır. O da gökte bulunan beyaz ayıdır. Bu ayı da Öksüz kızı sevmektedir. Bu sebeple ayı tutarak boğmak ister. Ama ne de olsa gücü yetmez. Yirmi beş gün ay bu ayıya üstün gelir, onu ezer. Ayı yalniz üç gün aya üstün gelir. Ay bundan korkar, saklanır, kimselere görünmez.

Bu mücadele her ay böyle devam eder.

Fal Büyü Astroloji vs haltlar

| Pazar, Ocak 18
İnsanoğlu dünyada var olduğu günden beri mistik inanışlar içinde olmuş ve oluyor. Mistik inanışlar insanlığın kültürel teknolojik gelişimi ile birlikte azalması gerekirken aksine artması garipsenmemeli Mistik güclere inanç bir anafor gibidir. kendi kendini besleyerek büyür de büyür. Her nekadar mistik inanışlar din endeksli gözüksede Başta islam olmak üzere Musevilik ve Hristiyanlık bu inanışları şiddetle redetmektedir. ama yukarıda dediğimiz gibi bu bir anafordur. ve insanoğlu kendinde bir şeylere inanma ihtiyacı duyar başına gelenlerin nedenini mistik güçlere bağlamak ister. gelecekden haber almak ister bunu da büyücüler , falcılar ki şu anda bunun modern adı astroloji , medyum , hoca vs kişilerden bekler. aslında adları ne olursa olsun hepsi birer şarlatandır. Fakat şarlatan olmaları onlara gidenlerin masum olduğu anlamına gelmez bozacının şahidi olan şıracılar misali bu tür inanışlar içinde olanlar size yemin billah ile valla da bildi bozdu bağladı doğurttu gibi reklam kokan ifadelerle sizi şeytanın uşaklığınıa davet ederler

çocuğu olmayanın çocuğu büyüden dolayı olmuyor ise veya kısmeti büyüden dolayı bağlanmış ise gerek yok efendim o kadar parayı onlara saçmanıza bakarız icabına hemde bedava pardon yani bakacak birilerini bulabiliriz millet durup dururken ruslara romenlere para vermesin değil mi :)

geleceğinizi de öğrenmek istiyor ve fal açtırmak yıldız haritanıza bakmak istiyorsanız onunda çaresi var tanıdığım bir hoca var öyle bir yıldız haritasına bakıyorki sizin içinizi bile görebiliyor yani onun yanına giderken kat kat giyinmek bile işe yaramıyor ben onun yalancısıyım gelenlerin anadan üryan resimleri bile vardı. yani anlayın öyle bir falcıydı ki kime bakdıysa dediği gibi oldu 5 dakka da yatağa atarım dediğini atıyordu

şaka bir yana genelde bayanlar arasında revaçta olan bu tür abukluklara

a) insan olduğunuz için inanmayın
b) salak olmadığınız için inanmayın
c) müslümansanız inanmayın ( Kur'an- Kerim gelecekten haber verme konusunda şöyle der Gaybı yanlız Allah bilir kim gelecekte şöyle olacak böyle olacak derse bilsin ki O Haşa Allahlık iddiasında bulunuyor demektir haşa halide hiç iç acıcı olmaz

kısmet vs kapama etme vs konusunda da Kur'an benzeri uyarıları yapıyor Ey akıl sahipleri diyen kur'an'a tabi olmanız duasıyla şimdilik bu kadar diyelim ve

aşağıda büyü konusunda bir yazımız olacak on8u sizlerle paylaşalım

Büyü,kısaca doğaüstü güçlerle doğanın etkilenebileceği inancı olarak tanımlanabilir.İlk insan toplulukları doğaüstü güç tasarımlarını yine doğadan çıkarmışlardı.En basit bir doğa bilgisinden dahi yoksun olan insanoğlu doğayı korkunç bir güç olarak görmüş;yaşamın her alanında hissedilen bu güç doğadan soyutlanarak ayrı bir tasarım konusu olmuştur.

İlk insanlar bu güç yüklü olduğunu düşündükleri bütün nesnelerden sakınmak,korunmak gerektiğine inanmışlar,sakınılması gerekli bu nesnelere ise tabu adını vermişlerdir.

Tabuya yakalanan kişinin ise bundan kurtuluşunun tek yolunun ise büyü olduğuna inanmışlardır.İlk büyülerde yine bu esrarlı bilinmez güçten kurtulmak için yine o esrarlı güçten yararlanma düşüncesi bulunmaktadır.Bu akıl yürütme şekline ilk insan topluluklarının nedensellik (aynı nedenlerin aynı sonuçları doğurduğunu) önsezini de eklemiştir.

Bu düşünce sistemi parçaya yapılanın bütüne, bütüne yapılanın ise parçaya yapıldığını çıkarsamıştır.Bu anlayış analoji büyüsünü doğurmuştur.Bundan dolayı büyü yapılmak istenen kişinin kullandığı bir eşyaya yapılan büyünün kişinin kendisini de etkileyeceği,toprağa dökülen suyun yağmur yağdıracağı düşünülmüştür.

Eziyet edilmek yada öldürülmek istenen kişinin mumyası yapılarak örneğe yapılan davranışın o kişiyi de etkileyeceğine inanılmıştır.Bu anlayış, giderek,kişiyle simgesi arasında bir özdeşlik bulunduğu inancına varmıştır.Bu nedenle eski Türkler kutsal olarak adlandırdıkları "Kurt" un adını asla söylemez ve böcü,börü,canavar gibi kelimelerle dile getirirlerdi.

Bunun gibi hala Anadolu'ya zararlı hayvanlardan korunmak amacıyla yaşam alanlarını çevresi dua okunmuş malzemelerle (efsun) çizilmekte ve çevreye çizilen bu daire ile duvar özdeşleştirilmektedir.

Büyü çeşitli biçimler göstermekle birlikte ak büyü ve kara büyü şeklinde iki kısma ayrılabilir. Ak büyü iyilik gösterilerek yapılan büyüler,kara büyüler ise kötülük amacıyla yapılan büyüler için,kullanılmaktadır.

Ülkemizde büyü genellikle evine bağlı olmayan kocayı karısına bağlamak,karısına ve çocuklarına karşı sert davranan kocayı yumuşatmak,bir kadını bir erkeğe ve ya bir erkeği bir kadına sevdirmek,gurbete giden birisinin geri dönmesini sağlamak, kaybolan bir eşyayı geri bulmak,düşmanı yenmek,kısmet çözmek,bir kimseyi birisinden soğutmak;aralarını açmak amacıyla yapılmaktadır.

Örnek olarak sevdiği kişinin de kendisini sevmesi için büyü yapacak kişi önce üç Arnavut biberi alır,biberlerin içindeki tohumları her birine "Tebbet suresi" okunup üflenir.Üç biberin tohumları birbirine karıştırılmaz.Sonra tohumlar biberlerin içerisine doldurulur.Kıvılcımla küle gömülür.Bunları yapan kişi ocağı duvarına sağ elini vurarak:

Elimi vurdum duvara

Duvar oldu üç pare

Birinden in çıktı

Birinden İsmail peri çıktı

İni yolladım ine

Cini yolladım Çine

İsmail Periyi yolladım...........................(Kendisini sevmesini istediği kişinin ismi)

Durmadan,dinlenmeden bana gele

Dedikten sonra arkasına bakmadan yatağa girer.Örnekte görüldüğü gibi büyülerde genellikle Kuran'dan sureler okunmakla birlikte büyü İslamiyet tarafından yasaklanmıştır.
Büyü ister iyilik ve ya kötülük amacı gütsün genellikle halkı korkutmaktadır.Bu nedenle büyüden korunma amacıyla halk arasında çeşitli uygulamalar bulunmaktadır.Örneğin büyüden korunma amacıyla değirmen dolabından sıçrayan su ile yıkanıp abdest almak,ırmak,çay,nehir gibi akarsular üzerinden atlamak,büyüden kurtulmak için büyü yaptırmak vs. çeşitli uygulamalar yapılmaktadır.

Mezarlık,Türbe ve Ziyaret Yerleri ile İlgili Halk İnançları

| Cumartesi, Ocak 17
Bir süreliğine ara verdiğimiz Türk efsanelerine kaldığımız yerden devam etme kararı aldık belki eskisi gibi sık güncelleyemebilirim ama burada ilginç konular bulabileceğinize emin olabilirsiniz

İnsana dair eFsaneler Blogumuzun ana konusu Efsane Destan idi biz bunlara şimdi inanışlar töre gibi Türk folklorunun diğer motiflerini de ekleyeceğiz

ilk konumuzda inanışlar üzerine Bloga yazmaya başladığım günden beri sizlerden de yardım istedim ama pek bir gönüllülük çıkmadı. Blogumuzun hergün güncellendiği dönemlerde ziyaretci sayısı çok yukarılara çıkmıştı ki bazı yorumlardan da ne kadar faydalı bir iş yaptığımızı anlamıştık.

Genelde Blog ziyaretcilerimiz öğrencilerden oluşmakta elimizden geldiğince burada konu paylaşımı yaparken efsane ile ilgili resimleride vermeye çalışıyoruz ama bu bazen imkansız oluyor bu nedenle bize sitem eden okuyucularımızdan anlayış bekliyoruz. küfürlü tepkilerini de çocukluklarına vermek istiyorum ama hangi yaşta olursa olsun ve hangi nedenle olursa olsun küfür kelimeleri kullanmak insanın acizliğini ve hatta afedersiniz insanlıkdan uzaklaşarak alçak cismani yönünü gösterdiğinden siz siz olun ne küfür edin ne de küfür edenlerle arkadaş olun umarım küfürsüz sövgüsüz edepli hayalı bir neslin yaşadığı dünyayı bir gün görebiliriz.

Mezarlık,Türbe ve Ziyaret Yerleri ile İlgili Halk İnançları

Ziyaret yerlerindeki ağaçları kesenler çarpılır.
Türbeden dışarıya bir şey, bir nesne götüren kişiler çarpılır.
Mezarlığı parmağı ile işaret etmek iyi değildir.Parmakları ile işaret eden kişilerin parmakları kurur.
Kurban kesilirken hayvan dilini dışarı çıkarırsa kurban sahibi o yıl içerisinde ölür.
Bir çocuk sürekli ağlarsa o evde mutlaka ölüm meydana gelir.
Ölüye talkın verilirken can gelir, kalkmak ister,başına tahtaya çarpar.O zaman ölü "eyvah ben ölmüşüm" der.
Ölen bir kişinin etleri ölümünden 40 52 gece sonra kemiklerinden ayrılır.Ölünün etleri kemiklerden kolay ayrılsın diye o gece evinde dua edilir.
Bir kişi gömüldükten sonra ruhu 7 gün evini ziyaret eder.
Ayakkabı çıkarıldığında ters dönerse,ayakkabı sahibinin tez vakitte öleceği düşünülür.
Rüyada ölü görmek diriye işarettir,misafir gelir.
Yatarken çorapları baş tarafa koymak iyi değildir,insan çabuk ölür.
Eve ölü girmesi iyi değildir, eve dışarıdan ölü getirilirse o evden birbiri ardı sıra üç ölü çıkar.
Resim yapmak günahtır, resim yapan kişi ahrette ona can verecektir.
Resim olan yerlerden melekler kaçar.
Ölünün elbiseleri ölü yıkayıcılarına verilir.
Mezarlıktan ağaç kesilmez.Ağaçta cin olduğuna inanılır.
Mezarlıkta yatılmaz.
Gece ölen kişinin üzerine sabaha kadar bıçak konulur.
Mezara toprak atılırken elden ele kürek verilmez.
Yoğurdun güzel olması için mezardan çırpı toplanarak kaynayan sütün altına atılır.
Kırık ayna uğursuzluktur.
Ölünün yıkandığı evde üç gün ışık yanar.
Baş sağlığına gelen kişilerin ayakkabıları ters çevrilmez.
Mezar kazıcısına para verilmezse ölünün rahatsız olacağına inanılır.
Ezan okunurken bacak bacak üstüne atılmaz.
Mezarlıktan taş,toprak alınmaz.
Köpek uluması ölüme işarettir.
Ölü gömülene kadar ev süpürülmez, çamaşır yıkanmaz, eve su getirilmez.
Mezarlık genişletilemez,çünkü ölü sayısı artar.
Ölünün elbiselerini giyenin ömrü uzar.
Ölü bulunduğu odadan yıkanmaya götürülürken yatağına bir baş soğan konur.
Kefen makasla veya bıçakla kesilmez.
Ölü evden çıkarılmadan üzerinden kedi atlarsa ölünün hortlayacağına inanılır.
Evde namaz kılınırken seccadenin önünden bir hayvan geçerse namaz bozulur.
Kırda namaz kılınırken namazdan önce bir taş veya sopa dikilir (öne hayvan geçmemesi için) (burada bir açıklama yapmak gerekir orjinal yazıya özgü kalmak için bu inanışla ilgili değiştirme yapmadığımızdan neden kırda bir taş veya başka bir şey konulduğunu açıklamak isteriz konulan şeyin adı sutre dir ve konulma nedeni de namaz kılanın önünden birisinin geçmesinin engellenmesidir yani sutre sadece hayvan için değildir camilerde veya evde bile gerekirse sutre konulabilir ama genelde dikkat edilirse evlerde sutre gerektirmez çünkü namaz kılan kişi ya kimsenin girmediği bir odadadır yada duvara yakın olur camilerde ise cemaat birlikte namazı bitirir bazı durumlarda mesela cuma namazlarında cemaatın bir kısmı dağılır bu esnada diğer cemaat az bir süre çıkanları bekler yani sutre olayı boş bir inanç değildir.)
Mezarlıkta sigara içilmez.
Bir kimsenin bitlenmesi yakın zamanda öleceğine işarettir.
Ölü olan evin komşuları evlerindeki suları dökerler. Aksi halde birbiri sıra ölümler meydana gelir.
Yatak katlanırken baş taraftan katlanmaz, ayak tarafı önce katlanır. Baş tarafından yalnız ölünün yatağı katlandığı için o yatakta yatan kimse ölür