Geçmişden Günümüze Gelen Efsaneler, Destanlar, Söylenceler, Mitoloji, Hikayeler, Masallar , Türk folklorik motifler, şehirlerin efsaneleri,öyküleri

Kumru Efsanesi

| Salı, Mayıs 27
Kumru diye bilinen kuş, aslında bir kızmış. Üvey annesiyle birlikte yaşıyormuş. Bir gün sütü ocakta unutmuş ve süt taşmış. "Eyvaaahhh süt taştı, üvey annem gelince beni döver. Ben şimdi ne yapayım" demiş. O sırada elinde peşkir (havlu) işliyormuş. "Allah’ım beni bir kuş yap da uçayım. Yoksa üvey annem gelirse beni döver" diye Allah’a dua etmiş. Elinde işlediği peşkiri omzuna atmış, Allah onun duasını kabul edip onu kuşa çevirmiş. Omzundaki peşkiri siyah bir çizgi olarak kalmış. Kumruların boynunda bir siyahlık vardır.

Kara Diken (Siyabent) Efsanesi

|
Derler ki, Süphan Dağı’nın eteğine kurlmuş Patnos kentinde bir zamanlar bir koca ağa, bu ağanın Haco (Hacer) adında güzel mi güzel, bir kızı varmış. Hacer’in güzelliği dillerde... Her delikanlının gönlü onda. O nun gönlü ise çobanları Sirbent te .Sirbent ile Hacer’in sevgisi yıllarca gizli kalır. Sevgi bu, günün birinde anlaşılır. Aşk söylentileri dilden kulağa çabuk ulaşır nedense. Derken Koca Ağa’nın da kulağına varır. Ağa kovar Sirbent’i . Sirbent’e dağda mağaralar ev olur. Hacer’e çoban arkadaşları ile yollar haberleri. Patnos yöresinde bir de Kara Ağa varmış. Ağaların üç evlenme yaşı vardır derler. 20,40 ve 60. yaşlar. Kara Ağa ikinci evlenme yaşında (40 imiş).Hacer’in güzelliğini duyan Kara Ağa durur mu? Varmış Koca Ağa’nın konağına. Diz çökmüş keçesine... İstemiş kızı. Babası vermiş Hacer’i Kara Ağa’ya. Haber kıza, ondan da Sirbent’e ulaşmış. Sirbent deliye dönmüş. Almış tüfeğini eline, çıkagelmiş eski ağasının kapısına. Köpekler tanırmış bu eski çobanı. Sessiz-sedasız girmiş Hacer’in odasına. El ele verir, Sirbent ile Hacer. Gecenin karanlığında ulaşırlar Suphan dağına.İki aşık Süphan’ın sarp kayalıklarında mutlu günlerini yaşarken, bir gün, üç geyik sekerek gelip yakınlarında durur. Geyiklerden ikisi erkek, birisi dişidir. Erkek geyiklerden biri yaşlı, öteki genç görünümünde. Yaşlı geyik daha iri ve güçlü olduğu için, genç geyiği yaklaştırmazmış dişi geyiğe. Sirbent yaşlı geyiği öldürmeye aht eder ; Vuracağım onu. O da “Kara Ağa olmuş sanki....Sirbent çeker tetiği, vurur yaşlı geyiği. Kesmeye uğraşırken,geyik çırpınır, bir boynuz darbesiyle Sirbent’i kayalıklardan aşağı, uçuruma yuvarlar. Sirbent sırt üstü düşer. Bir ağaç dalı sırtını delip göğsünden çıkar. Sevgilisinin kanlar içinde cansız yatışına dayanamaz Hacer, kendini atıverir. Bir ağaç dalı da bunun göğsünden batıp sırtından çıkar. Ölümde birleşirler. Kara Ağa iz süre süre bulur mağarayı. Varır uçurum kenarına. Bir haftalık sözlüsü ile onu kaçıran aşığının yanyana yatışlarını uzun uzun seyreder. Nişan alır Sirbent’i ateş edeceği sırada gözleri kararır, yuvarlanır, uçurumun kayalarına çarpa çarpa Hacer ile Sirbent’in arasına düşer. Kara Ağa’nın adamları, Süphan Dağının vadisinde üç mezar kazarlar. Sirbent ile Hacer'in arasına Kara Ağa’yı gömerler...O günden beri, her yılın baharında Hacer’in mezarında kırmızı gül, Sirbent’in mezarında ise beyaz gül açar. Güller eğilip birbirlerine kavuşacakları sırada Kara Ağa’nın mezarında bir kara diken yükselir ayırır gülleri. Mayıs ayı gelince görülmeyen bir kuş öter “Sirbent uçurumu”nda. İnsan sesine yakın bir ötüş şöyle der gibi .“Siz siz olun, değmeyin. İki taş arasına girin, iki gönül arasına girmeyin.”

Mavi Gül Efsanesi

| Cuma, Mayıs 23
Uzun çok uzun yıllar önce mutluluk ve güzellik içinde yaşayan bir topluluk varmış. Başarılı, sevecen,dürüst insanlarmış bunlar. Bu toplumu çekemeyen komşuları ise mutluluklarını bozmak için çeşitli planlar kurar dururlarmış. Amaçları ise kaleyi içten işgal etmekmiş. Hemen işe koyulmuşlar tabii. Kısa bir zaman sonra bu mutlu toplulukta isyanlar ve kavgalar başlamış. Bunu fırsat bilen diğer topluluklar ise hemen savaş açmışlar. Kendi iç savaşları yetmezmiş gibi , diğer toplumlarla yıllarca savaşıp iyice yılan bu insanlar göç etmeye karar vermiş. Savaştan arta kalanlar yollara düşmüşler huzuru bulmak için. Dolanıp durmuşlar. Ve bir gün bir tipinin ortasında kalmışlar. Ama ne tipi; tam onbeş gün sürmüş. Bittiğinde ise bulundukları yerin dağlarla korunaklı bir yer olduğunu keşfetmişler. Güneşin güzel ışınları karlarda dans ederken, uzakta başını gökyüzüne kaldırmış duran MAVi bir GÜL görmüşler. Saatlerce bu güle bakıp hayal kurmuşlar. Bu gül onları öylesine etkilemiş ki, çiçeğin sihirli bir gücü olduğuna inanmışlar. Nasıl inanmasınlar ki soğuk bir bölgede sıcağı seven bir gül duruyor. Bu çiçeğin onları koruyacağına inanmışlar ve oraya yerleşmeye karar vermişler. Yıllarca mesut yaşamışlar; eski güçlerine tekrar kavuşmuşlar bu bölgede. Tabi biricik gülleri de onları yalnız bırakmamış; her yıl ayni yerde ve zamanda çıkmaya başlamış. Ünleri yine tüm dünyayı sarsmaya başlayınca herkes şaşırıp kalmış bu işe. Gel zaman git zaman bir gün MAVİ GÜL çıkmamış. Hemen ertesinde ise o mutlu toplulukta kaybolmuş. Ticaret yapan kervanlar bir gün bu ülkeye gelince o topluluğu bulamamışlar. Hiçkimse o güzel insanların ve gülün akıbetini çözememiş. O toplumdan ise sadece ağızdan ağza söylenen şu sözler kalmış : " - Saflığın, Dürüstlüğün, Sevginin, Onurun, Mutluluğun, Özgürlüğün Çiçeğidir Mavi Gül. Bizler bu çiçek sayesinde sevgiye ve özgürlüğe ulaştık; Yaşamın gizemine eriştik... Şimdi ise mutluluğa eriyoruz. Size bir armağanımız olacak. Mavi Gülü size de bırakacağız; Yaşamın anlamını öğrenmeniz için. Bu EFSANE ÇİÇEK dünyanın herhangi bir yerinde ve herhangi bir zamanda ortaya çıkarak sizi şaşırtacak. Onu görenler ise dünyanın en bahtiyar, en mutlu ve şanslı insanları olacaklar. " İşte efsane böyle. İnanıyoruz ki herkesin hayalinde yaşattığı bir Mavi Gülü vardır. Mavi Gül zerafetin ve sevginin simgesidir. Siz de sevdiğinize sevginizin simgesi olan Gül verin. Mavi Gül Efsanesi, Sevginin ışığı ile yolunuzu aydınlatsın.

Güvercin

| Salı, Mayıs 20
Geçenlerde bana çay içmeye gelen arkadaşım 3.kattaki evinin terasına yuva yapan güvercinlerden dert yandı ve "Güvercinler neden karşıdaki boş apartmana değil de insanların yaşadığı yerde yuva yapıyorlar, hiç anlamıyorum. Güvercinlerin yuvasını bozanın yuvası bozulur derler. O yüzden bir şey de yapamıyorum" deyince güvercinlerle ilgili bu yazıyı paylaşmaya karar verdim.

Kutsal bir kuş olarak bilinen güvercinlere ilk kez kutsal kitap Tevrat’da rastlanır. Nuh Peygamber tufanın dinip dinmediğini anlamak için gemiden bir güvercin uçurur. Bir müddet sonra güvercin ağzında suların çekildiğini gösteren bir zeytin dalı ile gemiye döner. Bu haber üzerine gemi Ararat Dağına yanaşır ve içindekiler karaya çıkarak yer yüzünde görülen her türlü canlının çoğalmasını sağlar.Hıristiyanlıkta güvercin , insanlara kardeşçe yaşama duygusunu, barışı, gönül sevincini götüren ve cennette mutluluğu, sevgiyi taşıyan yine kutsal bir kuş olarak bilinir ve sevilir. Büyük sportif yarışmalarda havaya uçurulan güvercinler bu inanışın en güzel örneklerindendir.
İslam dinindeki inanışa göre de her türlü günahtan uzak, suçsuz bir kuştur. Ölen suçsuz insanların ruhu, güvercin kılığına girerek yer yüzünde uçar. Kısas-ı Embia’da, Hazret-i Muhammet’in İslam dinini yaymaya başladığı sıralarda saklandığı Hira Dağı mağarasında örümceklerin ördüğü ağ üzerinde bir çift güvercinin yuva yaparak Peygamberi gizlediği anlatılır. Yine bir diğer inanışa göre de, güvercin, Hazret-i Muhammet’e duyduğu saygıdan dolayı Kabe’nin üzerine konmaz ve onun üzerinden uçmazmış. Bunlara dayanılarak İslam ülkelerinde özellikle Osmanlılarda güvercinler için neden cami, mescit, medrese ve büyük yapı çatılarında, kalelerde, surlarda küçük hücreler yapıldığını anlamak mümkün.

İki Bardak Su

| Pazar, Mayıs 18
Zamanın birinde bir hükümdar varmış, zenginliği tüm dünyaca bilinirmiş. Hükümdar her gittiği yere hazinesinin bir bölümünü götürür ve bunları sergilemekten büyük onur duyarmış. Hükümdarın yasamda en çok güvendiği, tek akıl hocası bir bilge kişiymiş. Günlerden bir gün bu bilge kişiyle otururken hükümdar şöyle bir soru sormuş:
-Sen ki göğün gizemine ermiş, bilime yön vermiş bir adamsın. İnsanlar, ister hükümdar denli güçlü, ister savaşçılar denli onurlu olsun ayağına kapanır ağzından çıkacak bir sözü beklerler. Şimdi senin gibi bilge bir adamın fikrini merak etmekteyim, benim hükümdarlığım ve servetim hakkında ne düşünüyorsun? Bilge bu soru karşısında hükümdarın gözlerine bakarak şu sözleri söylemiş:
-Diyelim ki hükümdarım, kızgın ve uçsuz bir çöldesiniz. Ölmemek için, size uzatacağım bir bardak suya servetinizin yarısını verir miydiniz?
-Verirdim tabii.

-Zaman geçti diyelim susuzluğunuz arttı, size uzatacağım bir sonraki bardağa servetinizin öteki yarısını da verir miydiniz?Hükümdar biraz düşünür ve ardından:
-Ölmemek için evet, der.
Bunun üzerine bilge kişi gülerek şu sözleri söyler:
-Madem öyle, o zaman övünmeyin fazlaca. Çünkü haşmetlim sizin servetiniz yalnızca iki bardak sudur.

Sümbül Efendi ve Koca Mustafa Paşa Camiisi

|
Koca Mustafa Paşa Camii' nin avlusundaki dev ve yaşlı ağacın ilginç bir hikâyesi var. Cami avlusundaki bu yaşlı ağacın gövdesi zamanla yarılmaya, kabukları dökülmeye başlamış. Sümbül Efendi ağacı zincirlerle sararak korumaya almış. Ancak, zincirin bir ucunu yere doğru sarkık tutmuş ve demiş ki;
“Bu ağacın altında kim durur ve yalan söylerse, bu zincir yere doğru uzayacaktır"
Bir süre sonra, camiye gelen bir Müslüman, borç para verdiği Yahudi dostunun alacağını bir türlü vermemesinden şikâyetçi olmuş. Yahudi’yi çağırmışlar ağacın altına. Borcunu ödemediği söylenen Yahudi, elinde bastonuyla ağacın altına geldiğinde Sümbül Efendi ağacın ve zincirin özelliğin anlatmış kendisine. Anlatılanları dinleyen Yahudi,
“Tut şu bastonumu” demiş alacaklı olduğunu söyleyen adama ve zincirli ağacın altına girerek;
“Yemin ediyorum ki, bu dostuma aldığım parayı iade ettim” demiş. Hayrettir, zincir uzamamış bir türlü. Adam doğru söylüyor diye söylenmiş oradakiler. Ama alacaklı kuşkulanmış durumdan ve Yahudi’nin elindeki bastonu kaptığı gibi sapını gövdesinden ayırmış. O da ne! Ortalık yere çil çil altınlar dökülmesin mi? Böylece Yahudi’nin oynadığı oyun açığa çıkmış. Dostundan aldığı paraları içine sakladığı bastonu ona verince parayı iade etmiş gibi olmuş, bizim ağaç da aldanmış tabii!

Rüya Şehri İstanbul

|
Megaryalı Bizans, kendi kabilesi için bir şehir kurmak ister ve fikrini almak üzere Delf kahinine başvurur. Aldığı cevap kısa ve kesindir: ''Bu şehri, Körler Ülkesi'nin karşısına kur!''
''Neresidir bu Körler Ülkesi'' diye fazla düşünmez Bizans. Aramaya karar verir. Aylar sonra Sarayburnu'nun bulunduğu yere gelir.
Boğaz'dan Kadıköy'ün yerinde bulunan şehri seyreder ve kendi kendine sorar:
''Bu şehri neden benim bulunduğum güzel yerde kurmamışlar da karşıdaki çorak topraklar üzerine kurmuşlar? Bu adamlar kör mü?'' Sonra birden, kahinin sözlerini hatırlar: ''Şehrini, Körler Ülkesi'nin karşısında kur!''. O an karar verir. Körler Ülkesi'nin karşısındadır. Kendisi şehri, Boğaz'ın yakasındaki yemyeşil yerde, yedi tepe üzerine kuracaktır. Şehir kısa zamanda Haliç'le Ligos Burnu üzerinde kurulur. Adı, kurucusuna mal ederek Bizans olur.

Sır Saklamak

| Cuma, Mayıs 16
Yavuz Sultan Selim, bir çok Osmanlı Padişahı gibi devletin selameti için sefer hazırlıklarını gizli tutarmış. Bir keresinde vezirlerinden biri ısrarla seferin yapılacağı ülkeyi sorunca, Yavuz ona,

" Sen sır saklamasını bilir misin?"
diye sormuş.Vezir, Yavuzdan cevap alacağı ümidiyle,

" Evet hünkarım, bilirim" dediğinde, Sultan Yavuz cevabı yapıştırmış,

" Ben de bilirim."

Bozcaada - Tenedos

| Perşembe, Mayıs 15

Bozcaada veya eski adı ile Tenedos en sevdiğim yörelerden biridir. Kısa bir süre de olsa üstünde yaşadığım bu ada, ülkemizin üç adasından biridir ve köyü olmayan tek ilçesidir. Gerek yaşantısı gerekse manzarası yönüyle mutlaka ziyaret edilmesi gereken cennet köşemizden bir parça olan adada en sevdiğim otellerden biri olan Tenes Otel'e gittiğimde bu tarz efsaneler özellikle dikkatimi çekmişti...


Mesela mitolojide Bozcaada’dan şöyle bahsedilir :

Tanrı Poseidon’un oğullarından Kyknos’u annesi doğurduktan sonra deniz kıyısına bırakmış, çocuğu da bir kuğu büyütmüştür. Büyüyen Kyknos, Bozcaada'nın karşısındaki Klonai şehrinin kıralı olmuştur. Trak kökenli olduğu da söylenen Kyknos, Troia’nın ilk krallarından Laomedon’un kızı ile evlenmiş ve bu evlilikten Tenes isimli bir oğul ve bir kızı olmuştur. Karısı ölen Kyknos, bir başkası ile evlenmiş ve bu kadın Tenes’in kendisinde gözü olduğunu Kral Kyknos’a söyleyerek Tenes’e iftira atmıştır. Denizin dalgaları Tenes’i, o zaman Leukophrys denilen Bozcaada'ya getirmiş . Bir süre sonra oğlunun suçsuzluğunu öğrenen Kral, oğlundan af dilemek için adaya gelmiş, ancak Tenes gemiyi kıyıya bağlayan halatları keserek babasıyla olan bağlarını koparmıştır. Troia seferi sırasında buraya Akhalar gelmişse de Tenes onları taşlayarak karşılamış, bunun üzerine de Akhilleus tarafından mızrakla öldürülmüştür.

Çanakkale Boğazı' nın Adı Nereden Gelir ?

|
Çanakkale Boğazı'nın oluşması ile ilgili olarak Çanakkale'de yaşadığım dönemde ben de Poseidon ile ilgili olanı duymuş ve de benimsemiştim..Daha değişik efsaneler de mevcut elbette. Alttaki efsane ise üzücü yine ama güzel. " Anne" işte..Kıyar mı hiç yavrularına, kuş olur, uçurur başka diyarlara ...

Mitolojiye göre Deniz Tanrısı Poseidon karaların arasına girip toprakları ikiye bölerek bugünkü Çanakkale Boğazı'nı açmıştır.

Bir başka söylence ise şöyledir..

Thebai Kralı Athamanas'ın Nefele (Bulut) adlı bir karısı vardır. Nefele Friksus adlı bir erkek ve Helles adlı bir kız çocuğu doğurur. Kral bir süre sonra ikinci kez evlenir. Bu sırada ülkede kıtlık başlar. Kralın yeni karısı bilicileri de etkiler. Onlar da kıtlıktan kurtulmak için krala iki çocuğunun da kurban edilmesi gerektiğini söylerler. Çiçeklerle süslenen çocuklar, tam kurban edilecekleri sırada Nefele, ikisini de buğu ve dumanlarıyla sarıp kaçırır. Onları kanatlı ve altın postlu bir koça bindirir, Karadeniz'e yollar. Çanakkale Boğazı'nı geçerken bir fırtına kopar. Helles denize düşerek boğulur. Bu yüzden Boğaz'a Helle Denizi anlamında Hellespontes adı verilir.

Üç Kardeş Kanı Efsanesi

|
Bloğumuzda taşlaşma ile ilgili başka efsanelerimiz de mevcut. Bu efsane de çok güzel, ben çok beğendim... Tabii ki kötü ama hikaye olarak güzel yani :) Neyse konuştukça batıyorum. En iyisi buyrun birlikte okuyalım :)

Bergama'nın Kaplan Köyü'nden Dikili'ye inerken Büveller Köyü başında "Üç Kardeş Kanı" denilen yerde bir tepecik üstünde insan biçiminde üç kaya vardır. Bu kayalar boğazı kesilmiş kanları akan insanlara benzemektedir. Buna ilişkin söylence şöyledir :

Yörede yiğit mi yiğit üç kardeş vardır. Günün birinde Midilli Adası'ndan bir düşman saldırısı olur.Üç kardeş savaşarak düşmanın saldırısını durdurur. O sırada Kral'ın askerleri de yetişir. Düşman denize dökülür. Üç kardeşin savaşta gösterdikleri yararlılık dillere destan olur. Kralsa bundan hoşlanmaz. Halkın böylesine sevdiği bu üç kardeşin günün birinde kendi yerine göz dikebileceğinden korkar. Öldürülmesine karar verir. Üç kardeş saygıyla kralın önünde eğilince üçünün de başı vurulur. Oldukları yerde öylece taş kesilirler.Boyunlarından akan kanlar taşlara da bulaşır.
Bu kayalara günümüzde üç kardeş kanı denmektedir.

İzmir Efsanesi

| Cumartesi, Mayıs 10

Pelops ve Niobe
Baştan başa bağlık -bahçelik döşenmiş olan Sipilos Dağı, aynı zamanda zengin madenlerin bulunduğu efsanevi bir yerdi. Tantalos'un daha sonra Yunanistan'a giderek Peleponnes Yarımadası'na ismini verecek ve Olimpiyat Oyunları kuracak olan "Pelops" isimli bir oğlu ile Manisa'da Ağlayan Kaya haline gelecek olan "Niobe" isimli, iki çocuğu vardı. (Ki bloğumuzda da Manisa Ağlayan Kaya Efsanesi adıyla yayınladık) Ve Tanrıların sofrasına oturabilen tek insandı Tantalos...Tantalos ne yazık ki, Olimpos Tanrıları' nın hışmına uğradı. Anadolu Tanrıçası Kibele'ye inandığı için Helen Tanrılarını küçük gören ve onların kudretlerini sınama kalkan Tantalos'a verilen ceza, dünyanın her köşesinde Tantalos İşkencesi diye anıldı.

Zeus'un Hışmı
Zeus, onun Yeraltı Ülkesi'nde edebi açlık ve susuzluğa mahkum etti. Mitalojiye göre Tantalos, Sipilos Dağı'nın bir yarığından atılarak Haades'e gönderildi. Yamanlar Dağı'ndaki bildiğimiz Karagöl, söylencelere karışmış olan romantik iddialara göre bu göldür.

Helen Efsaneleri, ilkçağlardan itibaren Tantalos'un kötülüğünü yaymıştır. Onun tanrılara ait kutsal şarabı çaldığını, Tanrısal sırları insanlara ilettiğini ve en kötüsü oğlu Pelops'u kesip şölen düzenlediğini söylemişlerdir.

Anadolulu Homeros ise, "Odysseia" işimli destanında hemşehrisi Tantalos'un çektiği acıları çarpıcı bir üslupla anlatır. (Odysseia, 11 Böl, satır:582-593)
Yamanlar Dağı'nın Bayraklıya uzanan yamaçlarından birinde Frigya Kralı Tantalos'un mezarı bulunduğu bir çok batılı yazarlarca ele alınmıştır. İki yüz yıl önce bu mezar, Eski İzmir'den kalan en önemli kalıntılardan Akropolis'in güneyinde, Akropolis ile ova arasındaki yamaçtaydı.

Texier'in Çabası
Tantalos Mezarı diye ünlenen kalıntı üzerine ilk çalışmayı, 1835'te Charles Texier yapmıştı. Texier, çalışmalarının sonuçlarını ve mezarın ilk krokilerini "Küçük Asya" isimli kitabında yayımlandı. Bu arada Texier'in, mezarı incelerken, bilerek veya bilmeyerek büyük tahribat yaptığını ilave edelim. Daha sonra Alman Arkeolog Procesh Von Osten, bölgeyi inceledi ve mezar ile Eski İzmir'in ilintisini belirleyen kroki ve haritaları çizdi. 1930'da Prof. Helene Miltner ve Prof. Yohannes Böhlau, Lelej,Amazon, Frig ve Hitit dönemi İzmir'i araştırıken, Tantolos Mezarı'na özel ilgi gösterdiler.
Bu iki bilim adamını tüm çalışmaları, İzmir Valisi ve Asarıatika Muhipleri Cemiyeti Başkanı Kazım Dirik tarafından büyük bir özveri ile destsklendi. Bu çalışmalar 1934'te "Eski İzmir (Navluhon Tantalis)" ismiyle yayımlandı.
Prof.Dr.Ekrem Akurgal da yıllarca süren çalışmalarında Tantalos Mezarı'na değin birçok yayın hazırladı ve mezarın kaybolmaması için israrla yetkili kişi ve kurumları, özellikle devleti uyardı.

Kral Tantalos Efsanesi

|
Kral Tantalos, efsanelere karışmış hayli karanlık kimliği olan bir İzmir ünlüsüdür. Frigya Kralı olduğu iddia edilen, ancak başka tarihi dönemlere de uyarlanan bu kralın, Eski İzmir (Smyrna) kent kalıntılarının daha üstünde, tepelerde anıt mezarı olduğu iddia edilmiştir.

Frigya Kralı Tantalos'un mezarı olduğu iddia edilen yerde gerçekten bir kral mezarı vardır. Ne yazık ki, Ord. Prof.Ekrem Akurgal'ın yıllarca süren tüm uyarılarına karşın bu mezar, gecekondu bölgesinde tahribe uğramış üzerine bir gecekondu inşa edilmiştir.

Eski İzmir'in tarihini ve kültürünü araştıranlarca ilk ele alınan Frigya Kralı olduğu iddia edilen "Tantalos" ile ismi etrafındaki söylencelerdir. M.Ö.800 yıllarında yaşadığı ileri sürülen
Tantalos, mitalojiye göre Baştanrı Zeos ile bir insan olan dilber Pluto'nun sevişmeleri sonucu doğmuştu.

Söylencelere göre İzmirli olan Kral Tantalos, Smyrna'dan Mağnesia'ya (Manisa) doğru uzanan, Sipilos dağında Frigya halkı ile birlikte yaşar ve Batı Anadolu'ya yayılmış devletini yönetirdi.

Ege'nin İncisi İzmir

|
Bir zamanlar, Anadolu'yu kasıp kavuran, baskınlar yapan, şehirleri yağma ederek tüm erkekleri kılıçtan geçiren bir Amazonlar çetesi varmış. Bunlar, erkeklerin egemenliğinden kurtulmak için onlara isyan eden savaşçı kadınlarmış.

Dal gibi vücutlu Amazonlar, atlara çıplak biner, oklarının yaylarına daha iyi çekebilmek için sağ göğüslerini kestirirlermiş. Bundan dolayı kendilerine memesiz anlamına gelen 'Amazon' adı verilmiş.
İşte böyle bir Amazon çetesi, birgün Ege sahillerinde dört nal at koştururken, İzmir Körfezi kıyılarına gelmiş. Burayı çok beğenerek bir şehir kurmaya karar vermişler. Başkanlarının adı 'Zmirna' olduğu için, yeni kurdukları şehre de 'Zmirna' adını vermişler
.

Şücaeddin-i Veli Hazretleri

| Pazartesi, Mayıs 5
Şücaeddin-i Veli Hazretleri bir gün dışarı çıkmış. Çimenliğe oturmuş. Yanına bir tabur asker gelmiş. Aç kaldıklarını söylemişler. Bunu duyan Veli Hazretleri, şimdi Bal Pınarı olarak anılan yere gitmiş. İki parmağını yere sokmuş "Ya Mübarek birinden yağ aksın, birinden bal" demiş. Dediği olmuş. Birinciden yağ, diğerinden bal akmaya başlamış. Gelen tabur karnını doyurup gittikten sonra, buranın başında kavga olmasın diye "Ya Mübarek su ol" demiş. İşte o zamandan beri buradan su akar.

Kenara çekilmiş. Altına bir post yaymış oturmuş. "Bunun altından çıkan arpaları askerin atları yesin" demiş. Bir de bakmışlar ki bir yılan ağzından arpa akıyor. Yüzlerce hayvan yemiş, bitirivermiş. Sonra arpalar da ortadan kaybolmuş.
Balpınarı yanında bir su vardır. Veli “Bu su hastalara şifa olsun” demiş. Şifa olmuş. Suyun adı Sıtma Suyu kalmış.

Şücaeddin-i Veli gelen bir tabur askere iki tencere yemek kaynatıyormuş. Altında ise iki mum yanıyormuş. Bir taburla gelen Mürüvvet Ali Paşa bu duruma kızmış. “Bu kadar yemek hangimize yetecek” diye söylenmiş. O zaman Veli “Yettirecek ben değil miyim? “ karşılığını vermiş. Askerden et isteyene et, pilav isteyene pilav vermiş. Böylece askeri doyurmuş. Bu duruma hayret eden Mürüvvet Ali Paşa Şücaeddin-i Veli’nin elini öperek ayrılmış.

Bu ayrılıştan kısa bir süre sonra Paşayı ve ordusunu düşmanları bir kulede sıkıştırmışlar. Önü düşman, arkası ise uçurum imiş. Paşa çaresiz kalınca, atını uçuruma sürmüş. Kaleden onu salimen yere indiren Şücaeddin-i Veli’nin eli imiş. Elini öperken parmağında gördüğü yüzüğünden tanımış.

Paşa görevini yaptıktan sonra Veli’nin yanına gelmiş. Veli’ye şükranlarını “Senin mezarını altın ve gümüşten yaptırsam azdır.” şeklinde belirtmiş. Paşa ölünceye kadar Veli’nin yanında kalmış. Veli ölünce onun türbesini ve mezarını yaptırmış. Türbe bir sıra sarı taş(altın), bir sıra beyaz taş(gümüş) tır. Kendi mezarı da Veli’nin yanındadır. Veli’nin yüceliğine izafeten türbesi büyük olarak yapılmıştır.

Şeyh Şücaeddin-i Veli

|
Şeyh Şücaeddin-i Veli Türbe ve Külliyesi, Seyitgazi’ye 10 km uzaklıktadır. Muhakkak görülmesi gereken bir tarihi yapıdır. Şeyh Şücaeddin-I Veli, İslam kültürü içersinde dünyadaki ünlü dört veliden biri olarak kabul edilmektedir. 15.yy da yaşadığı Osmanlı Devleti'nin fetih savaşlarında önemli katkıları olduğu ve savaşta II.Murat’ın hayatını kurtardığı bilinmektedir. Bir adı da “Varlıklı Sultan" olarak bilinmektedir.

Baba İlyas Efsanesi

Şücaeddin-i Veli Horasan’dan geldiği zaman su yokmuş. Halk suyun olmayışından çok zorluk çekiyormuş. Veli’nin başparmağını soktuğu yerden sular akmağa başlamış. Buraya Çille Han demişler. Şimdi burada beş koldan su akmaktadır.

Eskişehir Lületaşı Efsanesi

| Cuma, Mayıs 2
Efsaneye göre lületaşını ilk bulan ve bu taşın yer altı yolunu ilk ortaya çıkarının bir köstebek olduğu söylenir. Anlatılan efsane şöyledir:

Bir gün genç bir çoban bölgenin Karatepe yöresindeki köylerine gitmektedir.Genç çoban yorgun düşer, acıkır, oturur, azığını çıkarıp yemeğini yemeye başlar. O sırada, topraktaki bir delikten bir canlının ak taş toprakları yüzeye çıkarmaya çalıştığını görür. Çoban bunlardan birine eline alır ve çakısıyla yontmaya başlar. İlk çakı darbesiyle taş birdenbire ayın on dördü gibi güzel bir kız oluverir. Kız dile gelir ve "Ah insanoğlu bana kıymasaydın!" diye bağırarak köstebeğin açtığı delikten içeri girip kaybolur. Delikanlı da kızın ardından başlar deliği eşelemeye. Günler geçer delikanlıdan haber alınamaz. Delikanlıyı arayan köylüler yerin yedi kat altında bu daracık kuyuda boğulmuş olarak bulurlar. Elinde sıkı sıkı tuttuğu ak taşları ile birlikte avuçlarında sımsıkı tuttuğu bir parça lületaşı vardır. O günden beri her lületaşı parçasında, çobanın ölümüne sürüklendiği sevdanın izlerini görmüş köylüler.

Eskişehir adı

|
Sevgili NnEvV merak edip Eskişehir adı nerden geliyor diye sormuştu. Biz de merak edip araştırdık. Aslında tam da tahmin ettiğim gibi...Şehir aynen adı gibi çooook eskilere uzanıyor ve eski adı Doylaion. 1080 yılında Türkler burayı ele geçirmiş. 1175 yılında ise Bizanslılar geri almış. 2. Kılıçarslan bu şehri daha sonra geri alınca, şehrin güneyinde yeni bir kent kurdurmuş. Artık Dorylaion “Eski şehir” denmeye başlanmış...
Bir söylentiye göre yeni kent de zamanla “Eski şehir” diye adlandırılmaya başlanmış. Böylece kentin adı Eskişehir olarak yerleşmiş. İyi ki de Kılıçarslan bu güzel şehri geri almış. Yoksa lületaşları da onların olacaktı...