Eski bir zamanda üç kardeş yaşıyordu. En büyük olanın ismi Yuhabi, ortancanın Yuskabi, en küçüğün ismi ise Yurkabi idi. Yuhabi ve Yuskabi babaları gibi çok akıllıydılar. Fakat, Yurkabi’yi herkes ahmak olarak nitelendirirdi.
Günün birinde bu üç kardeş, uzak bir ormana, kış için odun kesmeğe gittiler. Anneleri onların ormanda aç kalmamaları için değişik yiyecekler koydu azık torbalarına… üç kardeş ormana gelir gelmez işe koyuldular. Büyük bir azimle meşe ağaçlarını birer birer kesmeğe başladılar. Kestikleri ağaçları ayrı ayrı yığınlar halinde topluyorlardı. Koskoca bir gün geçmiş, artık hava kararmaya başlamıştı.
Havanın usul usul kararmaya başladığını farkeden kardeşler işi bırakıp yemek hazırlıklarına başladıkları sırada, yanlarında ateş olmadığını birdenbire hatırlayıverdiler… Evden ateş almayı unutan kardeşler, oraya buraya bakınarak ateş aramaya başladılar. Ne yazık ki hiçbir yerde ateş yoktu. Bir türlü ateş bulamıyorlardı. O telaş içerisinde birbirlerine bakıp şöyle dediler:
- Yakınlarda bir yerlerde ateş aramamız lazım!
Ağabey Yuhabi ateş aramak için yola koyuldu. Uzun bir yolculuktan sonra devasa bir meşe ağacı gördü. Bu ağacın zirvesine kadar tırmandı ve etrafına bakınmaya başladı. Uzaklarda, güneşin kaybolmaya başladığı yerde küçük bir ateş yandığını gördü. Büyük bir sevinçle ağaçtan inerek ateşi gördüğü yöne doğru gitmeye başladı. Yine uzun bir yürüyüşten sonra nihayet ateşin olduğu yere gelebildi. Ateşin başında ise yaşlı, sakallı, tuhaf görünümlü bir adam duruyordu. Yuhabi bu kimseye seslenerek:
- Dede, ateş verirmisin! dedi.
Yaşlı adam Yuhabi’yi şöyle bir süzdükten sonra:
- Bir hikaye anlat, bir şarkı söyle, sonra da dans et. Bu söylediklerimi yaparsan sana ateş verebilirim.
Yuhabi cevap olarak:
- Ne şarkı söyleyebilirim, ne masal anlatabilirim, ne de dans edebilirim. Ben hiçbirini yapamam bunların.
- Ya! Madem öyle, ateş yok sana! diyerek gözlerden kayboldu bu ilginç, yaşlı adam.
Hiçbir şey bulamadan kardeşlerinin yanına dönen Yuhabi, Yuskabiye bakarak:
- Şimdi de sen git! dedi
Yuskabi yola koyuldu. Daha önce ağabeyinin çıktığı o çok büyük meşe ağacının yanına geldi. Meşenin en yüksek noktasına kadar çıkarak etrafına bakmaya başladı. Çok uzaklarda güneşin yeryüzüne veda etmeye başladığı yerde bir ateş yandığını gördü. Büyük bir hızla ağaçtan inerek ateşi gördüğü tarafa doğru yol aldı. Ateşin yanına geldiğinde, ateşin başında tuhaf görünümlü, sakallı, yaşlı bir adam gördü. Bu yaşlı ve sakallı adamdan ateş rica etti. Yaşlı adam ona bakarak :
- Bir masal anlat, bir şarkı söyle, sonra da dans et! Ancak bu söylediklerimi yaparsan sana ateş veririm! dedi.
Yuskabi cevap olarak:
- Ne masal anlatabilirim, ne şarkı söyleyebilirim ne de dans edebilirim. Bunların hiçbirini bana öğretmediler.
- O zaman ateş yok sana! dedikten sonra gözlerden kayboldu bu tuhaf, yaşlı adam.
Ateşi elde edemeyen Yuskabi, büyük bir üzüntü içinde kardeşlerinin yanına döndü. Kardeşi Yurkabi’ye dönüp:
- Yurkabi şimdi de sen dene şansını! dedi.
Artık ateş bulma sırası, en küçük kardeşlerine, Yurkabi’ye gelmişti. Yurkabi ağabeylerine dönerek :
- Ağabeylerim, allahaısmarladık! Kardeşlerim benim, her zaman sağlıkta olunuz! Sevgili ağabeylerim! Siz benim canlarımsınız! diyerek yola çıktı Yurkabi. Uzun bir arayıştan sonra, Yurkabi de daha önce ağabeylerinin görüp zirvesine çıktıkları o devasa meşe ağacının yanına geldi. O da ağabeyleri gibi ağaca tırmanarak etrafına bakmaya başladı. Ve ufukta, güneşin kaybolduğu yerde bir ateş yandığını gördü. Yurkabi ateş bulduğu için çok seviniyor, içi içine sığmıyordu. Hemen ağaçtan inerek o tarafa doğru hızla gitmeye başladı. Ateş, ormanın içinde ağacın fazla olmadığı kısır bir alandaydı. Yurkabi bu alana gelince, ateşin başında garip, sakallı, yaşlı bir adamın olduğunu gördü. Hemen bu adamın yanına gelerek, onunla selamlaştıktan sonra, ona tatlı sözler söylemeye başladı:
- Nasılsınız? İnşallah iyisinizdir! İnşallah sağlığınız, sıhhatiniz yerindedir! Umarım daha 100 sene sıhhatli bir şekilde yaşarsınız!
Yaşlı adam ise ona baktıktan sonra şöyle dedi:
- İyiyim, iyi yaşıyorum. Nereden gelir, nereye gidersin? Ne arıyorsun? Sevimli güvercinim benim!
- Ne arıyorum? Evet, benim ne işim var? Durun size anlatayım! Biz üç kardeşiz, ormanda çalışıyorduk, bütün gün ağaç kestik, dağ kadar odun topladık. Akşam olunca yemek pişirmek istedik. Meğer yanımızda ateş yokmuş, evde unutmuşuz… İşte ben buraya ateş bulmak için geldim.
Yaşlı adam delikanlıyı dinledikten sonra:
- Evet; o zaman göster nasıl dans ediyorsun, sonra bir şarkı söyle, sonra da bir hikaye anlat! Bu söylediklerimi yaparsan kardeşlerinin yanına ateşle dönersin!..
- Dans etmesini ve şarkı söylemesini beceremem. Ancak, ilginç bir hikaye anlatabilirim. Ama bir şartım var: Ben hikayeyi anlatırken sözümü kesmeyeceksiniz. Eğer bir kez dahi sözümü keserseniz, bana hem 100 ruble hem de ateş verirsiniz!
Yaşlı adam sakalını şöyle bir sıvazladıktan sonra anlaşmaya razı olur.Yurkabi hikayeyi anlatmaya başlar :
- Birgün ben at üstünde gidiyordum. Kemerim arkasında ise bir balta vardı. Bir ormana girdim. Çok mu az mı (bilmiyorum) gittikten sonra, arkama döndüm ve şöyle bir bakındım. Bir de ne göreyim atımın arka bacakları yok! Balta, atımın arka bacakları kesmiş… Ne yapayım ben de atımın sadece ön bacakları üstünde gitmeye başladım. Dinliyormusun beni dedeciğim. Sizce de öyle mi oldu?
- Dinliyorum evladım, dinliyorum! Evet öyle oldu anlattığın gibi…
- Sonra atımı çevirdim -diyerek devam etti Yurkabi - ve atımın arka bacaklarını aramaya başladım. Aradım, aradım… Ve birden gördüm ki, atımın bacakları bir at sürüsünün içinde koşuşuyorlar. Hemen gidip yakaladım onları ve meşe ağacından yaptığım kazığa bağlayıp, onları olmaları gereken yere çaktım. Sonra tekrar atıma binip yola koyuldum.
Uzun bir yolculuktan sonra, arkama dönüp baktığımda çaktığım kazıklardan bir fidan büyüdüğünü gördüm. Bu fidan öyle bir büyüdü ki göğe erişti. Ben hiç düşünmeden bu meşe ağacına çıkmaya başladım. Ağacın zirvesine kadar tırmandım. Ve birden gökyüzünde ardına kadar açık bir kapı gördüm. Kalbim hızla atmaya başladı, heyecanlandım… Kapıdan içeri girdiğimde uzun mu uzun, ırmak gibi bir yol gördüm. Bu yolda yürümeye başladım. Sonra göğün ortasında kırmızı bir ağacın büyüdüğünü gördüm. Bu kırmızı ağacın üstünde ise altın bir kuş duruyordu. Kuşun göğsünde güzel bir gerdanlık ışıldıyor, kulaklarında küpeler parıldıyordu. Ellerinde bilezikler, ayaklarında işlemeli mercan papuçlar vardı. Kuyruğu parıldıyor, açık dudakları gülümsüyor, gözleri ışıldıyordu… O an bu kuşun çok güzel olduğunu düşündüm. Keşke onu yakalayabilsem!.. Ellerimi kuşa doğru uzattım. Fakat kuş birden havalandı ve gözden kayboldu. Daha sonra ise karanlık bastı.
Geri döndüm ama yol ortalarda görünmüyordu, herhangi bir iz de yoktu. Nerede bu yol diye sordum kendi kendime, nerede bu kapı? Nasıl bulabilirim bunları?
Aniden bu kuş uçtu ve kanatlarıyla bütün gökyüzünü aydınlatıverdi. Ortalık aydınlanınca aradığım kapının önünde durduğumu farkettim. Aşağı doğru bir göz attım. Atım yoktu, gitmişti. Şimdi ne yapacağım diye düşündüm. Nasıl yere ineceğim?
Tam bu sırada korkunç bir kasırga yükseliverdi ve olanca gücüyle ayaklarımın önüne büyük bir saman yığını bıraktı. Ben bu saman parçalarından kendime büyük bir halat yaptım. Halatı gökyüzünün bir köşesine bağladım ve halatı aşağı saldıktan sonra aşağı inmeye başladım.
Uzun bir süre aşağı indim. Nihayet halatın ucuna gelebilmiştim. Ancak halat yere yetişmiyordu. Eğer aşağı atlasam feci bir şekilde parçalanabilirdim. Bu sırada şiddetli rüzgar beni oraya buraya sallamaya başladı. En sonunda tuttuğum halat kopuverdi. Ama rüzgar beni yakaladı ve büyük bir denize usulca bıraktı. Orada deniz yaratıkları gübre taşıyorlardı. Orada dedeciğim, bakıyorum; seni, sırtında gübre taşıman için hazırladılar ve beni de buraya seni gübre taşısın diye gönderdiler.
Yaşlı adam sabredemedi ve bağırdı:
- Ne uyduruyorsun sen öyle ! Ben hiçbir zaman orada bulunmadım.
Bunun üzerine Yurkabi ona şöyle dedi:
- Eğer sen orada olmadıysan senden 100 ruble ve ateş almam gerekiyor. Çünkü sen benim sözümü kestin. Biliyorsun ki anlaşmamız öyleydi…
Çaresiz kalan yaşlı adam, 100 rubleyi ve ateşi Yurkabiye verdi.Yurkabi büyük bir mutluluk içinde ağabeylerinin yanına döndü. Onlara hem ateş hem de para getirdi.
Hemen ateş yakıp yemek pişirmeye başladılar…
Onlar erdiler muradına, biz çıkalım kerevetine…
Bu hikaye bir Çuvaş Halk hikayesidir. Türk öyküleri Sandığından alıntılanmıştır.
Bişkek - 2003 BENGISU MANAS Kırgızistan-Türkiye Manas úniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Türkoloji Bölümü 3. Sınıf Öğrencisi 99109048 Halit AŞLAR
Türk öyküleri sandığı sitesinde Türk kültürüne ait destanları, ezgileri, resimleri bulabilirsiniz
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
2 okur dedi ki:
Güzel bir hikaye.Ben, kardeşler dışarda dolaşırken tesadüfen ateş yakacaklar gibi düşündüm.Öyle olmasa bile değişik bi hikaye olmuş. Öğrencilerime de anlatırım...
Bazen saçmalamak da işe yarayabiliyor demek ki. Karşınızdakini çileden çıkarıp, istediğinizi yaptırabilirsiniz.
Bir de ısrar metodu vardır.
Yorum Gönder