Bir zamanlar, buralarda yasayan fakir bir oduncunun çirkin bir kızı varmış. Kızcağız, fakirliğine pek aldırış etmiyormuş ama çirkinliğinden çok utanıyormuş. Evlenme çağı geldiği halde hiçbir isteyeni de çıkmamış. Kızcağız:
- Olmaz, demiş. Böyle yaşayacağıma, yaşamam daha iyi!
Bir sabah erken, çıkmış Çökelez Dağı'na, atmış kendini uçuruma.
O sabah, Denizli Beyinin oğlu ava çıkmış. Yolu buralara düşmüş. Tepeden aşağı bakınca, bir de ne görsün, kayalardan sızan sıcak suların biriktiği bir gölcüğün kıyısında ay parçası gibi güzel bir kızın cesedi durur. Koşmuş aşağı, kucaklamış kızı, kalbini dinlemiş. Baygın ama yaşıyor! Almış atının terkisine, sürmüş dörtnala sarayına. Hikâyenin bundan sonrası kırk gün, kırk gece süren mutlu bir düğünle sonuçlanır. Düğünün bahtlı gelini de çirkinliğine dayanamayıp, canına kıymak isteyen fakir oduncunu kızı.
Pamukkale'nin şifalı suları, onun çirkinliğini silip götürmüş, güzellikte eşsiz bir pamuk prenses yaratmış.
Bu olaydan sonra kadınlar güzelleşmek için bu ılıcaları ziyaret etmeye başlamışlar. ve O günden bu güne güzelleşmek isteyen tüm kadınlar bu suyun içine kendini atar.
Pamukkale'nin efsanesi böyle
Tarihçiler, Pamukkale'deki Hiera şehri demek olan Hierapolis'in Milât'tan 190 yıl önce kurulduğunu, bu şehre Misya Kralı Telefos'un karisi güzel Hiera'nin adının verildiğini söylerler.
0 okur dedi ki:
Yorum Gönder